GİRİŞ
Bir davanın ticari sayılıp sayılamayacağının belirlenmesi bu davanın ticaret mahkemesinde görülüp görülemeyeceği ve bir özel bir takım usul kurallarına tabi olup olmayacağının tayini açısından önem arz eder.
Ticari hayatın gerektirdiği sürat, güvenlik ve esneklik ticari uyuşmazlıkların özel usuller içinde, uzman kişiler eliyle çözümlenmesinin daha uygun olacağını göstermiştir. Bu amaçla, ortaçağda, fuar ve loncalar içinden oluşturulan mesleki mahkemelerin kurulduğu bilinmektedir. Sonradan bu tür istisnai mahkemelere duyulan tepkiler, bu mahkemelerin kaldırılmasına neden olmuştur. Ancak bazı ülkelerde, ticari davaların hala sadece meslekten hukukçu hakimlerin yerine göre tacirler arasından seçilen kişilerin de görev yaptığı mahkemeler eliyle çözümlendiği görülmektedir.
Cumhuriyetin ilanından sonra yargı sistemi içinde ticaret mahkemelerine yer verilmekle birlikte, bunların esas itibariyle asliye hukuk mahkemelerinin bir dairesi olduğu kabul edilmiş ve bu mahkemelerde sadece meslekten hakimlerin görev alması ilkesine yer verilmiştir.
Sistemimizde, ticari davaların yürütümünde uygulanacak özel bir usul de (ticari usul), bazı istisnalar dışında, mevcut değildir.
Ticari Davalar, Delilleri ve Ticaret Mahkemelerinin İş Sahası detaylı olarak aşağıda incelenecektir.
TÜRKİYE’DE TİCARET HUKUKUNUN DÜZENLENİŞİ
TTK‟nın hazırlanmasında, esas itibariyle modern görüşten hareket edilmiştir. Bu nedenle ticaret hukukunun önemli kurumları ticari işletme kavramı ile bağlantı kurularak düzenlenmiştir. Örneğin; hangi işlerin ticari sayılacağını açıklayan TTK‟nın 3.maddesinde, esas itibariyle ticari işletmeyi ilgilendiren muamele, fiil ve işlemlerin ticari sayılacağı gösterilmiş; ticari işlerde uygulanacak ticari hükümler de, TTK‟daki hükümlerin yanı sıra ticari işletmeleri ilgilendiren muamele, fiil ve işlere dair diğer kanunlarda yer alan hükümler şeklinde ifade olunmuştur. Ticaret hukukunun önemli kavramlarından olan tacir de, gerçek kişiler bakımından, bir ticari işletmeyi kısmen dahi olsa kendi adına işleten kimse olarak tanımlanmıştır.
Örn: Bankalar Kanunu ayrı bir kanundur. Ancak banka işlemleri bankalar ticari işletmesinde yapılır ve bu da ticaret hukuku kapsamına girer. Sonuç olarak; ticari işletmeyi ilgilendiren muamele, fiil ve işlemi düzenleyen diğer kanunlarda ticaret hukuku kapsamına girer. Uygulama alanları ticaret hukuku alanlarıdır.
Sigorta Murakabe Kanunu ayrı bir kanundur. Ancak sigorta işlemleri sigortaların ticari işletmesinde yapılır ve bu da ticaret hukuku kapsamına girer. Yargıtay kararları da bu yöndedir;
“Sigorta uyuşmazlıklarından kaynaklanan davalar, mutlak ticari davalardandır.”
TİCARİ İŞ-TİCARİ İŞLETME
TTK. 3 : Ticari işler TTK. 21 : Ticari iş karinesi
TTK.‟ nın üçünçü maddesi hükmüne göre, ticari işletmeler;
a) Ticarethane,
b) Fabrika,
c) Ticari şekilde işletilen müesseseler olmak üzere üç kısma ayrılmaktadır. Bu nevi ticari işletmeleri ilgilendiren bütün muamele, fiil ve işler ticari işlerden addolunur.
Bir tacirin borçlarının ticari olması asıldır. Şu kadar ki; hakiki şahıs olan bir tacir, muameleyi yaptığı anda bunun ticari işletmesiyle ilgili olmadığını diğer tarafa açıkça bildirdiği veya muamele, fiil veya işin ticari sayılmasına halin icabı müsait bulunmadığı takdirde borç adi sayılır.
Taraflardan yalnız biri için ticari iş mahiyetinde olan mukaveleler, kanunda aksine hüküm olmadıkça, diğeri için de ticari iş sayılır
TTK. 3.maddede; -Ticaret kanununda düzenlenen işler -Bir ticari işletmeyi ilgilendiren işler; ticari iş olarak kabul edilmiştir.
TTK. 11 inci maddesi ticari işletmenin tanımıdır. TTK’da ticari işletmeyi doğrudan ilgilendirmeyen, tarafları tacir olmayabilen ama bir kişinin yapabileceği bazı işler de ticari işlerdir.
Örn; Mağazada alışveriş karşılığı bono aldık, bono TTK’da düzenlenmiştir, bu bir ticari iştir.
Tacir sıfatına haiz bilumum ticaret şirketlerinin “adi faaliyet”, “özel hayat”ları düşünülemeyeceği için bunların, her nevi muamele, fiil ve işleri “ticari iş” addolunur.2
TTK 21/1 md: Ticari iş karinesine getirilen istisnalar vardır. Gerçek kişi açısından 2 istisna vardır;
1. İşin yapıldığı esnada işin ticari işletmeyle ilgisi olmadığı açıkça belirtilmişse bu iş ticari iş sayılmaz, adi iştir.
Örneğin; bir lokantacının bir mağazadan satın aldığı buzdolabı veya hava gazı fırınını evi için satın aldığını alım satım anında mağaza sahibine açıkça söylemesi veya bunların kendi evine götürülmesini temin için mağaza sahibine talimat vermesi hallerinde, TTK‟nın 12/6 bendi hükmünce “lokantacılık” bizatihi ticari bir iş olmasına rağmen buzdolabı veya hava gazı fırınını alan lokantacı bakımından, iş ticari değil adi sayılır. Bu nevi bir alım satım aktinden doğan uyuşmazlığın ticaret mahkemesinde değil, hukuk mahkemesinde tetkik ve karara bağlanması gerekir.
2. Halin icabının muamele, fiil veya işin ticari iş sayılmasına müsait bulunmaması halinde borç veya iş ticari değil, adi sayılır.
Örneğin; eczacı yatak odası takımı alırken bunu kendi evi için aldığını satıcıya söylemese bile “halin icabı”ından bu hususu anlamak mümkün göründüğünden, bu nevi bir alım satımdan doğan uyuşmazlığın incelenmesi – tarafların tacir olmalarına rağmen – ticaret mahkemesinin görevi dışındadır.
Yargıtay kararlarına göre de; “Türk Ticaret Kanununun 21. maddesine göre, bir tacirin borçlarının ticari olması asıldır. Bu karinenin aksini savunması, tacirin anılan maddedeki istisnai durumları kanıtlaması gerekir.” (6762 s. TTK. m. 21)5
TTK 21/2 md: Yalnız biri için ticari iş sayılan mukaveleler(fiil ve iş demiyor) kanunda aksine hüküm yoksa… Yani;
a) Taraflardan sadece biri için ticari iş sayılan işlerin ticari sayılabilmesi için mukaveleye bağlı olması lazımdır. Sözleşmeye bağlı olmayan işlerde taraflardan birisi için ticari sayılsa bile, ticari iş sayılmaz. Burada bu kural geçerli değildir.
Örn; Haksız fiile dayanan işler mukaveleye tabi olmadığı için TTK 21/2’de belirtilen kural uygulanmaz.
Haksız Eyleme ilişkin Yargıtay Kararları;
“Tüm haksız fiiller ticari iş sayılamaz. Ancak, Türk ticaret Kanununda düzenlenen haksız fiiller ile her iki tarafın ticari işletmeleriyle ilgili haksız eylemler ticari iş sayılabilir.”
“Taraflar arasındaki uyuşmazlık tacirler arasındaki haksız fiilden kaynaklanmış olup TTK.nun 3. maddesi uyarınca haksız fiil, tarafların ticari işletmesi ile ilgili olup ticari iş mahiyetindedir, 3095 sayılı yasanın 2/3 maddesi uyarınca arada sözleşme olmasa bile ticari işlerde temerrüt faizi TC. Merkez Bankasının kısa vadeli avanslar için öngördüğü reeskont faizi oranına göre istenebileceği belirtildiğinden direnme kararı bu gerekçelerle doğru bulunduğundan usul ve yasaya uygun bulunan yerel mahkeme kararının onanması gerekmiştir.” (6762 s. TTK. m. 3, 21) (3095 s. Faiz K. m. 2)
Aslında birer haksız fiil olan haksız rekabet (TTK. 56 vd.) ve çatma (TTK. 1216 vd.) dahi Türk Ticaret Kanununda düzenlendiği için ticari iş sayılır.
TTK.nun 3 maddesi, ticari işletme yönünden düzenleme getirmiştir. Ticari işletmenin her türlü eylemi başka bir anlatımla muamelesi (sözleşme) veya haksız eylemi ticari işletme yönünden ticaridir.
Haksız fiil ticari işletmenin faaliyetinin icrası sırasında ika edilmiş olabilir, nakliye şirketinin kamyonunun yayaya çarpması, fabrika atık sularının veya çıkardığı zehirli dumanlar komşu tarım alanlarına zarar vermesi halleri. Bu hallerde zarar görenin kişiliği önemli değildir. Zarar veren veya zarardan sorumlu olan tacirdir.
Bu sorumluluk kendisinin ticari işletmesi ile ilgili bir ticari işten doğmuştur ve kendisi yönünden ticari bir borçtur. TTK.‟nın 3. maddesi ticari işletmenin ika ettiği her türlü fiilden (eylem) söz etmiştir. Aksine tacir olmayan kişinin bir ticari işletmesi bulunmadığından onun ticari işletmesi ile ilgili bir haksız fiilinden söz edilemeyecektir. Ayrıca TTK. 21/1 maddesine göre kural olarak tacirin borçlan ticaridir.
b) Taraflardan biri için ticari sayılan, sözleşmeye dayanan bir işin, diğer taraf bakımından ticari sayılabilmesi için kanunda aksine hüküm bulunmaması lazımdır.
Örn; Bir tarafın diğer tarafı temerrüde düşürebilmesi veya sözleşmenin feshi için ihtarların yazılı olarak yapılması ve bunun içinde her iki tarafın tacir olması gerekir. Yani noter tarafından yapılmazsa geçerli olmaz.
Bunları bir başlık altında toplarsak;
Ticari iş olma şartları:
1. Ticaret kanununda düzenlenmiş olması 2. Ticari işletmeyle ilgili olması 3. Ticari iş karinesi 4. Bir taraf için ticari iş sayılması; a) Taraflardan biri için b) Kanunda aksine hüküm yoksa
TTK‟ nın 21 inci maddesinin birinci fıkrasında atıfta bulunulan dördüncü maddenin ilk fıkrası hükmüne göre, bir davanın ticaret mahkemesinde görülmesi, sadece iki tarafın tacir olmasına değil, aynı zamanda her iki tarafın da ticari işletmesi ile ilgili bulunmasına da bağlıdır.
Yargıtay kararları da bu yöndedir; “Davalılar taşınmaz mal sahibidirler. Uyuşmazlık dükkan kirasından doğan tazminat isteğine ilişkindir. Taraflar tacir olsalar bile, mücerret, dükkan kira akdinin her iki tarafın ticari işletmesini ilgilendirdiğini kabule kafi değildir. Bir tacirin ticari işletmesine dahil olmayan ve onun iştigal konusuna girmeyen bir iş ticari iş sayılamaz.”
Aynı yöndeki başka bir Yargıtay kararında; “Hakim, iki tarafın iddia ve savunması ile bağlıdır; talepten fazlasına hükmedilmesi mümkün değildir. Ticari işletmeyi ilgilendiren fiil ve işler ticari iş sayılır ve bu nedenle açılan davalar ticari dava sayılır. İş bölümü itirazı ilk itirazdır.”
Ticari iş kavramının hukuki alanı TTK.nun 3 ile 21 inci maddelerinde çizilmiştir. Anılan maddeler altında üç türlü ticari iş kabul edilebilir .
1— Ticaret Kanununda düzenlenmiş olan işler, bir ticari işletmeyi ilgilendirsin ilgilendirmesin veya işlemin taraflarının tacir olmasına da gerek görülmeksizin ticaridir (TK. md 3).
Örneğin (TK. 503, 735, 742, 56 vd. maddelerde açıklanan işler ile taşıma sigorta ve bunun gibi işler). Gerçekte de Ticaret Kanununda öngörülmüş işler hukuki yapıları itibariyle ister ticari iş niteliğinde olsun, ister olmasınlar, Ticaret Kanununda düzenlendikleri için ticari iştirler.
Hal böyle olunca az yukarıda açıklananların karşıt kavramından çıkan anlama göre, Ticaret Kanununda düzenlenmemiş olan hükümlerin ticari bir olaya uygulama olanağı olsa bile böyle bir iş ticari sayılmazlar.
2— Ticaret Kanunu kapsamı dışında kalmalarına rağmen bazı işlem, fiil ve işler bir ticari işletmeyi ilgilendirmekte ise ticari iş sayılır. (TK. md 3)
Farklı bir anlatımla bir işte iki tarafın tacir olarak görünmesi o işin ticari sayılmasına yeterli değildir. Bir muamele, fiil veya işin ticari kabul edilebilmesi için, ayrıca tarafların ticari işletmelerine de ilişkin olması gerekir.
3- TTK. md. 21/2. maddesi taraflardan yalnız biri için ticari iş niteliğinde olan sözleşmeleri Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı sürece diğer taraf içinde ticari iş saymıştır.
Burada yasa koyucu adeta karine yoluyla ticariliği diğer tarafa aksettirmiştir. Aslında böyle bir ticari işin varlığından söz edilmemesi gerekir. Bu durum tacir olmayan kişiler aleyhine hukuki sonuçlar doğurmaktadır. O nedenle; yasa koyucu bu tip işlere iki yönden sınırlama getirmek suretiyle maddenin dar ve sınırlı çerçevede kalmasını amaçlayarak “Ticari Karine” varsayımını genişletici yoruma tabi tutulmamasına özen gösterilmesini istemiştir. Bu sınırlamaların ilki belirtilen işlerin salt “sözleşme” niteliği arz eden işler olmasının zorunlu kılınmasıdır.
Eğer iş ticari iş olan bir sözleşme niteliğini taşımıyorsa diğer taraf için ticari iş sayılması mümkün olmayıp; “Adi iş” sayılır. Diğeri ise, Kanunda aksine bir hüküm olmaması gerektiğine ilişkin sınırlamadır. Kanunda aksine bir hüküm bulunuyorsa, bir taraf için ticari iş niteliği arzeden sözleşmelerin diğer taraf içinde ticari iş sayılmasına ilişkin yasal kural uygulanamaz (TTK. md. 20/3; TTK. md. 82).
TTK. 21/1. maddesinin uygulanabilmesi için aranan ön koşul; az yukarıda anlatıldığı şekilde, taraflar arasındaki ilişkinin bir sözleşmeden kaynaklanmış olması zorunluluğudur. O nedenle taraflar arasındaki ilişki bir haksız fiilden yada haksız iktisaptan kaynaklanıyorsa bu hükmün uygulanabilme olanağının bulunmadığında kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Burada yasa; münhasıran sözleşmeleri ele almış, işletme ile ilgili muamele ve işleri “ticariliğin diğer tarafa aksettirilmesi” veya “Ticaret Karinesi” olarak nitelendirilen TTK. 21/2. maddesinden ayrık tutmuştur.
Bu durumda, bir taraf için ticari sayılan husus sözleşme mahiyetini arz etmiyorsa karşı taraf için her halde ticari sayılmayacaktır.
Bu konu önemini daha çok davanın somut olayında belirgin olduğu üzere haksız fiillerde göstermektedir. Ortada bir haksız fiilin söz konusu olduğu durumlarda; taraflar arasında sözleşmeden kaynaklanan bir hukuki ilişkinin varlığından söz edilemeyeceği için, işin bir taraf yönünden ticari olarak nitelendirilmesi, diğer taraf yönünden de aynı nitelendirmede bulunulmasını hukuken haklı göstermez. Dahası; haksız fiilden doğan ilişkiler Ticaret Kanunu‟nda da düzenlenmedikleri için bu nedenle de ticari iş niteliğini kazanamayacakları kaçınılmazdır.
Yargıtay kararları da bu yöndedir; “Bir haksız fiilin söz konusu olduğu durumlarda; taraflar arasında sözleşmeden kaynaklanan bir hukuki ilişkinin varlığından söz edilemeyeceği için, işin bir taraf yönünden ticari olarak nitelendirilmesi, diğer taraf yönünden de aynı nitelendirmede bulunulmasını hukuken haklı göstermez. Haksız fiilden doğan ilişkiler Ticaret Kanununda da düzenlenmedikleri için bu nedenle de ticari iş niteliğini kazanamayacakları kaçınılmazdır. Dava konusu olayda tacir olan davacı kurum ile davalı arasında sözleşmeden doğan bir hukuki ilişki bulunmayıp haksız fiilden kaynaklanan ilişki bulunmaktadır. O nedenle davada TTK. 21/2. maddesinin uygulama olanağından söz edilemeyeceğine göre tacir olan davacı yönünden ticari bir iş niteliği kabul edilemez. Bu durumda tacir olan davacı ancak açacağı ayrı bir dava yoluyla BK. 105. maddesindeki yasal koşulları kanıtlamak suretiyle munzam zararını isteyebilir.” (6762 s. TTK. m. 3, 21) (818 s. BK. m. 41, 105)11
TİCARİ YARGI
(Ticari Davalar, Delilleri ve Ticaret Mahkemelerinin İş Sahası)
Bir davanın ticari dava olarak kabul edilip, belirlenmesi, bu davanın ticaret mahkemelerinde görülüp görülmeyeceğine ve bazı özel usul kurallarına bağlı olup olmayacağına bağlıdır.
Ticaret mahkemeleri ticari hayatın gerektirdiği sürat ve emniyet temin etmek maksadıyla uzman kişiler tarafından görülmesi arzu edilmiştir. Diğer bazı ülkelerin kanunlarında bu tür düzenlemeler vardır. Hatta bazı ülkelerdeki mahkemelerde ticaret mahkemesi hakimleri özel ihtisas gerektirdiği için hakimlerden değil, özel ticaret erbabından oluşur.
Ankara, İstanbul, İzmir gibi ticari nitelikte davaların yoğun olduğu merkezlerde kurulu olan bir başkan ve iki üyeden müteşekkil toplu mahkemeler olup, o yerlerdeki asliye hukuk mahkemelerinin birer dairesi durumundadırlar. İşin yoğunluğuna göre birden ziyade ticaret mahkemesi kurulabilir. Görevleri 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu‟nun 4üncü maddesinde zikredilen ticari davalara bakmaktır.
Ticaret davalarının hepsi ticaret mahkemelerinde görülmeyebilir. Hukukumuzda tahkim müessesesi kabul edilmiştir. Önemli ticaret davalarında ihtilafı hakim önüne getirmek, devlet mahkemeleri önüne getirmek yerine, özel ihtisas sahibi kişiler eliyle çözümlenmesi de kabul edilmiştir. Diğer bir ifadeyle uyuşmazlıklar hakim vasıtasıyla değil, hakem vasıtasıyla çözülecektir diye şart koşulabilir. Buna tahkim şartı denir. Yahut sözleşmede hüküm olmamakla birlikte ihtilaf çıktıktan sonra taraflar mahkeme yerine hakeme gitme hususunda anlaşabilirler. Buna da tahkim sözleşmesi adı verilir. Tahkim sözleşmesinde veya şartında her iki taraf da birer hakem seçer ve bu seçilen iki hakem biraraya gelip tek bir hakem seçer. Bu hakem herhangi bir tarafın hakemi değildir, hakim gibi hareket eder. Verdiği kararlar mahkeme kararı gibi uygulanır.
TĠCARĠ DAVALAR VE DELĠLLERĠ (TTK’da)
TTK 4. md : “Ticari davalarda dahi deliller ve bunların idamesi HUMK hükümlerine tabidir.” TTK 4. md: “21. md’nin 1.f. gereğince her iki taraf için ticari sayılan hususlardan doğan hukuk davaları ile tafarların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın belirli hususlardan doğan davalar ticari davalardır.”
Yani ticari davanın belirlenmesinde 2 kıstas vardır;
a) Her iki tarafın tacir olup olmadığına ve ihtilafın konusunu teşkil eden sebepten dolayı tacir sayılması
b)Tarafların sıfatına bakılmaksızın, işin mahiyeti sebebiyle ticari sayılan davalar
Ticari davaları bu şekilde 2‟ye ayırırız: Mutlak ticari davalar ve nisbi ticari davalar:
TİCARİ DAVALAR
TTK‟da hangi işler doğan davaların ticari dava sayılacağını belirtmiştir (TTK.md.4). Böylece “…maddi hukukun tatbiki bakımından „ticari işler‟ kavramına giren bütün meseleler değil, yalnız mahiyet ve bünyesi itibariyle yargıcın özel ihtisasına ihtiyaç gösteren meseleler „ticari dava olarak vasıflandırılmış…‟ olmaktadır. Daha açık bir anlatımla, TTK‟da sadece çözümü özel uzmanlığı gerektiren ticari işlerden doğan davalar, ticari nitelikte görülmüştür.
Ticari sayılan ve dolayısıyla ticaret mahkemelerinde görülecek davalar, esas itibariyle hukuk davalarıdır (TTK.4/1). Ancak, bu ilkeye istisna oluşturan bazı hükümler de vardır. Örneğin TTK. 35/2 uyarınca sicil memuru tarafından yapılan davete rağmen tescil talebinde bulunmayan ve kaçınma sebeplerini bildirmeyen ilgili, sicil memurunun teklifi üzerine ticaret mahkemesi kararıyla para cezasına mahkum edilir.
TTK‟nın 4.maddesi incelendiğinde, üç grup ticari davanın bulunduğu görülür: Tarafların sıfatına ve işin ticari işletmeyle ilgili olup olmadığına bakılmaksızın ticari sayılan davalar (mutlak ticari davalar); ticari sayılması için en azından bir ticari işletmeyi ilgilendirmesi gereken davalar ve her iki taraf için de ticari sayılan hususlardan doğan davalar (nisbi ticari davalar).
A)Mutlak Ticari Davalar :
Tarafların sıfatına bakılmaksızın, işin mahiyeti gereği ticari sayılan davalar mutlak ticari davalardır. Tarafların sıfatına bakılmaksızın mutlak ticari sayılan davalar TTK 4. md‟nin 1 ve 6 nolu bendlerinde düzenlenmiştir.
1) Ticaret Kanunundan Doğan Davalar: TTK‟da düzenlenen hususlardan doğan hukuk davaları, tarafların sıfatına, uyuşmazlığın ticari işletmesiyle ilgili olup olmadığına bakılmaksızın, ticari sayılır. Dolayısıyla sahip olduğu at arabasıyla bir memurun ev eşyasını taşıyan esnafın, taşıma ücretinin tahsili amacıyla bu memura karşı açacağı dava da ticari sayılır. Zira taşıma işi, TTK‟da (md.762 vd.) düzenlenmiş bulunmaktadır.
Örn:1)Alacak-borç ilişkisi sırasında bono tahsis edilmesi, taraflar tacir olmasa da ticari davadır.
Yargıtay kararlarıda bu yöndedir; “TTK.nun 4. maddesi hükmüne göre tarafların tacir olup olmadığına bakılmaksızın Ticaret Kanununda düzenlenmiş olan hususlardan doğan davalar ticari davadır. Bono, poliçe yahut çek hamili ile keşidecisi arasında doğan uyuşmazlıklarda TTK.nun 4. madde kapsamında ticari dava niteliğinde olduğundan Ticaret Mahkemesinde görülür. (6762 s. TTK. m. 4)
TTK.‟nın 4. maddesi hükmüne göre tarafların tacir olup olmadığına bakılmaksızın Ticaret Kanununda düzenlenmiş olan hususlardan doğan davalar ticari davadır. Bono, poliçe yahut çek hamili ile keşidecisi arasında doğan uyuşmazlıklarda TTK.‟nın 4. madde kapsamında ticari dava niteliğinde olduğundan Ticaret Mahkemesinde görülür (HGK. 5.6.1987 2902E.-459K) (HGK. 19.6.1987 1986/13 E-670 K). Öte yandan bonolar sebepten mücerret borç senetleridir. Bu durumda uyuşmazlığın Ticaret Mahkemesince çözümlenmesi gerekeceği gözetilerek işin esası yönünden bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde görevsizlik kararı verilmesi doğru değildir.
Örn:2)Yine TTK.87inci maddesinde hükme bağlanmış olan “cari hesap” mukavelesi akitleri tacir olabilecekleri gibi, her ikisi veya birisi tacir olmayabilir, fakat yaptıkları hesap mukavelesi dolayısıyla ticari bir iş yapmış olurlar.
• Cari Hesap Sözleşmesine ilişkin Yargıtay Kararı;
TTK.`nun 87 ve devamı maddeleri uyarınca cari hesap sözleşmesi, hesap kesilmeden alacak talep edilmeyeceğine dair bir anlaşmadır. TTK.`nun 95. maddesi uyarınca cari hesabın kesilmesinden önce taraflardan hiç biri alacaklı veya borçlu sayılamaz. Tarafların hukuki durumunu ancak mukavelenin sonundaki hesabın kesilmesi tayin eder. Aynı Yasanın 92. maddesi uyarınca hesap devresi hakkında mukavele veya ticari teamül yoksa her takvim yılının son günü taraflarca hesabın kapatılması günü olarak kabul edilmiş sayılır. Tespit edilen bakiyeyi gösteren cetveli alan taraf aldığı tarihten itibaren bir ay içinde noter marifetiyle veya taahhütlü bir mektupla veya telgrafla itirazda bulunmazsa bakiyeyi kabul etmiş sayılır. TTK.`nun 96. maddesi uyarınca da cari hesap mukavelesi; kararlaştırılan müddetin bitmesi, bir müddet kararlaştırılmadığı takdirde tarafların birinin feshi ihbar etmesi ile sona erer.
Örn:3)Limited şirket ortaklardan birinin ölümü üzerine ortaklık hissesinden doğan şuyun izalesi davası, tamamen ticari mahiyette bir dava olduğu için davanın ticaret mahkemesinde görülmesi gerekir.
• MUTLAK TĠCARĠ DAVA NĠTELĠĞĠ ( Anonim şirketin iyi Yönetilmediği Usulsüz Olarak Borçlandırıldığı ve İflasa Sürüklendiği Gerekçesiyle şirkete Kayyım Atanması Davasında – Görevli Mahkeme )
Anonim şirketin usulsüz olarak borçlandırıldığı, uzun süredir iş ve işlemleriyle şirketi iflasa sürüklediği ve şirket yönetim kurulu mevcudunun yasal alt sınırın altına düştüğü gibi iddialarla kayyım atanması istemiyle açılan böyle bir davada, mutlak biçimde Türk Ticaret Kanunu’nun anonim şirketlere ilişkin hükümleri ışığında kayyım atanmasını gerekli kılan olguların varlığı ve mahiyetinin değerlendirilerek belirlenmesinde zorunluluk bulunduğundan, ticaret şirketlerine kayyım atanmasına ilişkin davaların da TTK’nun 4 ncü maddesinin ilk fıkrasının birinci bendinde belirtilen biçimde geniş anlamda ticari dava niteliğinde olduğunun kabulü gerekir. Bir başka anlatımla, ticaret şirketlerine kayyım atanmasına ilişkin davaların, mutlak ticari davalardan olduğunun kabulü gerekir. Bu tür davaların ise Asliye Ticaret Mahkemelerinde incelenip sonuçlandırılması gerekir. Dairemizin kökleşmiş içtihatları ve vesayet makamları kararlarının temyiz mercii olan Yüksek 2. Hukuk Dairesi’nin yerleşmiş görüşü de bu yöndedir. Konu göreve ilişkin bulunduğundan, mahkemece re’sen görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, esasa girilerek, karar verilmesi doğru görülmemiştir.
2)MK’dan Doğan Davalar: MK‟nın rehin mukabilinde ikrar ile meşgul olanlar hakkındaki 962 ve 969. maddeleri arasındaki hükümlerden doğan davalardır. MK 962.maddesinde; “İşletme olarak taşınır rehni karşılığında ödünç verme işiyle uğraşmak isteyenler yetkili makamdan izin almak zorundadır.” yani bankalar ödünç verip, bunu geri tahsis ederken yaptıkları ticari işler ticari dava sayılır ve bu davalar ticaret mahkemesinde görülür.
3) BK’nın Bazı Hükümlerinden Doğan Hukuk Davaları:
a) (BK 179, 180. madde) Bunlardan doğan ihtilaflar TTK‟da düzenlenmemiş olsalar da ticari davalardır ve ticaret mahkemelerinde görülür. BK 179: “Bir mamelekin veya bir işletmenin devralınması”; BK 180: “Bir işletmenin diğeriyle birleşmesi ve şeklini değiştirmesi”
b)(BK 348-352. madde) “Rekabet memnuiyeti” ve “Memnuiyetin nihayeti” Hizmet sözleşmesiyle ilgili olarak maddelerde düzenlenen rekabet yasağından doğan davalar da, ticari davadır.
c) (BK 372-385. madde) “Neşir mukavelesi” (yayın sözleşmesi) ile ilgili olan davalar da ticaret mahkemelerinde görülür. Yayım sözleşmesi, eser sahibinin haklarından biri olan yayma hakkının, yayımcıya devrini öngören ve bunun karşılığında da yayımcının, eseri çoğaltarak halk arasında yaymayı üstlendiği bir sözleşme olarak tanımlanabilir.(BK md.72)
Buna karşılık, eser sahiplerinin eserleri üzerindeki mali ve manevi haklarını düzenleyen 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’ndan kaynaklanan davalar, mutlak ticari dava sayılmamıştır. Örneğin; bir müzik eserinin, eser sahibinden izin alınmadan plağa çekilmesi nedeniyle eser sahibi tarafından açılan tazminat davası (FSEK 70) mutlak ticari dava sayılmamaktadır. Bu tür davalar, ancak bir tarafın ticari işletmesiyle ilgili olmak koşuluyla ticari dava sayılır (TTK.4/1, son kısım).
d)(BK 399 vd-403. madde) “İtibar mektubu”, ”İtibar emri” ile ilgili olan davalar da ticaret mahkemelerinde görülür.
İtibar mektubu ilişkisinde üç kişi söz konusudur: Bunlardan mektubu düzenleyen, mektubun hitap ettiği kişiye(muhatap), mektup hamiline talep edeceği miktarda para veya benzeri bir şeyin verilmesini ister (BK. 399/1). Mektubu düzenleyen ile muhatap arasındaki ilişki esas itibariyle vekalettir. Dolayısıyla bu kişiler arasında bir ilişki kurulması, muhatabın, mektubu düzenleyenin icabını kabul etmesine bağlıdır. İtibar mektubunun düzenlenmesiyle birlikte muhatap ile hamil arasında hemen bir ilişki doğmaz; bu ilişki, muhatabın itibar mektubunu kabul ederek hamile karşı muayyen bir miktar parayı ödemeyi taahüt ettiği andan itibaren kurulmuş sayılır (BK.399/3).
İtibar mektubunda muhatap, ödemeyi mektubu düzenleyenin hesabına yapar; dolayısıyla ödediği tutarı ve masraflarını mektubu düzenleyen isteme hakkına sahiptir.
İtibar emrinde de, itibar mektubunda olduğu gibi üç kişi vardır: İtibar emrini veren (amir), emri alan (memur) ve kendisine ödeme yapılacak üçüncü kişi. Burada itibar mektubundan farklı olarak amir, memura, memurun kendi nam ve hesabına üçüncü kişiye kredi vermesini veya açılmış bir krediyi yenilemesini emreder. Bu emre uyularak memur tarafından kredi verilirse (veya kredi yenilenirse) amir, verilen bu krediden dolayı kefil gibi sorumlu olur (BK.400/1). Amirin bu sorumluluğunun doğumu, emrin yazılı olmasına bağlıdır (BK.400/2).
e)(BK 416 vd-429. madde) “Komisyon” ve “ticari mümessil” ile ilgili davalar ticari davalardır. TTK.‟nın 12/12 bendi hükmüne göre “komisyonculuk”la iştigal etmek üzere kurulan müesselerde ticarethane sayılacağından bu nevi davalara bakmak ticaret mahkemelerin görevidir.Bu maddelerde alım satım komisyonculuğu düzenlenmiştir. Buna karşılık BK.430‟da düzenlenmiş olan “diğer komisyon işlerinden doğan davalar ticari sayılmaz, zira TTK madde 4‟de BK.430‟dan söz etmemiştir.
f)(BK 449 vd-456. madde) “Ticari mümessil”, ”Diğer ticaret vekilleri”
4) Markalar Kanunundan Doğan Davalar:
Markalar, 556 Sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile korunmaktadır. Patentler, 551 sayılı Patentlerin Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Endüstriyel Tasarımlar ise 554 sayılı Endüstriyel Tasarımların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile korunmaktadır.
Bu kararnamelerde öngörülen bütün davalarda, Adalet Bakanlığınca kurulacak “İhtisas Mahkemeleri” görevlidir. Markalar, patentler ve endüstriyel tasarımlarla ilgili olarak görevlendirilecek Asliye Ticaret ve Asliye Ceza mahkemelerinden hangilerinin ihtisas mahkemesi olarak görev yapacağı, Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenecektir.
Bu durumda, markaların, patentlerin ve endüstriyel tasarıların haklarına ilişkin mevzuat nedeniyle doğacak hukuk davaları İhtisas Mahkemelerinde görülecektir.16
Yargıtay kararları da bu yöndedir; “Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararmamenin 71.maddesi hükmüne göre, kararnamede öngörülen bütün davalarda görevli mahkeme, Adalet Bakanlığınca kurulacak ihtisas mahkemeleridir.”
Marka, bir işletmenin mal ve hizmetlerini bir başka işletmenin mal veya hizmetlerinden ayırt etmeyi sağlaması koşuluyla, kişi adları dahil özellikle sözcükler, şekiller, harfler, sayılar, malların biçimi veya ambalajlarının gibi çizimle görüntülenebilen veya benzer biçimde ifade edilebilen, baskı yoluyla yayımlanabilen ve çoğaltılabilen her türlü işarettir (556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname m. 5/I.).
Bu tanıma göre; Taç, Sütaş, Togi, Evinoks, Özdilek, Arçelik, Armani, Cristion Dior, Walt Disney birer markadır.
KHK‟nin 5. maddesinde ifade edilen, işaretin “çizimle görüntülenebilme veya benzer biçimde ifade edilebilme, baskı yoluyla yayınlanabilme ve çoğaltılabilmesi” koşulu, sadece iki boyutlu işaretlerin marka olabileceği anlamına gelmez. Bir ses veya melodinin ya da üç boyutlu bir işaretin de marka olarak kullanılabilmesi gerekir. Ses veya melodinin notaya dökülmüş şeklinin, üç boyutlu işaretin iki boyutlu resminin “çizimle görüntülenebilme veya benzer biçimde ifade edilebilme, baskı yoluyla yayınlanabilme ve çoğaltılabilme” kapsamında yer aldığı açıktır.
Tasarım, bir ürünün tümü veya bir parçası veya üzerindeki süslemenin, çizgi, şekil, biçim, renk, doku, malzeme veya esneklik gibi insan duyguları ile algılanan çeşitli unsur veya özelliklerinin oluşturduğu bütündür. Burada da 2 temel unsur vardır: Bunlar; yenilik ve ayırt ediciliktir.
Türk Patent Enstitüsü Kararlarına Karşı Açılacak Davalarda Ankara Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin Görevli Olduğuna ilişkin Yargıtay kararı ;
“Davacı, hizmet markası tescili talebinin Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu tarafından reddedildiği iddiasıyla redde ilişkin kararın iptaline ve markanın tesciline karar verilmesini talep etmiştir. 556 sayılı KHK’ya göre, davalı enstitünün bu kararnameye göre aldığı tüm kararlara karşı açılacak davalarda Ankara Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi görevlidir. Yerel mahkemece aynı gerekçeyle görevsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya uygundur.” 18
Tanınmış Markaya Tecavüz – Haksız Rekabetin Önlenmesi davasının Ticaret Mahkemesinde Görüleceğine ilişkin Yargıtay kararı;
“Dava, tanınmış markaya tecavüz nedeniyle tazminat hakkı saklı kalmak kaydıyla haksız rekabetin önlenmesi talebine ilişkindir. Davacı, ürünlerinde kullandığı ambalaj dizaynının davalı tarafından aynen kullanılarak iltibasa yol açıldığını iddia etmiştir. Dosya kapsamından davacı markasının tescil ettirilmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda ticaret mahkemesince haksız rekabet ilkeleri doğrultusunda inceleme yapılarak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile görevsizlik kararı verilmesi isabetsizdir.”
Marka ve Patentin Korunmasına Yönelik Açılan Davaların Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinde Görülmesinin Gerekmesi-Kurulmayan Yerlerde ikiden Fazla Asliye Hukuk Mahkemesi Varsa Üç Numaralı Asliye Hukuk Mahkemesinin Görevli Olmasına ilişkin Yargıtay Kararı;
“Marka, patent, endüstriyel tasarımla ilgili hakların korunmasına yönelik Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince görev hususu belirlenmiş olup, bu kanun hükmünde kararnamelerde öngörülen davalarda görevli mahkemenin ihtisas mahkemesi olduğu, bu mahkemelerin tek hakimli olarak görev yaptığı belirtilmiş olup, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulunun Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi kurulmamış olan yerlerde bu mahkemelerin kurulmasına kadar, o yerde ( 1 asliye hukuk mahkemesi var ise, bu mahkemenin; iki asliye hukuk mahkemesi var ise ( 1 ) numaralı asliye hukuk mahkemesinin, ikiden fazla asliye hukuk mahkemesi var ise, ( 3 ) numaralı asliye hukuk mahkemesinin görevli olacağı belirtilmiş olduğundan, uyuşmazlığın ihtisas mahkemesi sıfatıyla 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekir.”
5) Ticarete Mahsus Yerlere ilişkin Özel Hükümlerden Doğan Davalar: (TTK 135. madde) Borsa, sergi, panayır ve pazar yerleri, antrepo ve ticarete mahsus yerlerle ilgili davalar da ticari dava niteliğindedir.
Bu anlamda Menkul Kıymetler Borsaları Hakkında 91 sayılı Kanun Hükmünde Kararname; ticaret borsalarını düzenleyen 5590 sayılı Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu; 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu ve 2699 sayılı Umumi Mağazalar Kanunu ve bu kanunlarla ilgili diğer düzenlemelerden doğan hukuk davaları ticaridir. Örneğin, 2699 sayılı Kanunun 15.maddesi gereğince çıkarılmış olan Umumi Mağazalar Tüzüğü’nün 22.maddesine göre umumi mağaza işleticisi aleyhine açılacak sorumluluk davası da, mutlak ticari davadır.
6) Bankalar ve Ödünç Para Verme işlerinden Doğan Davalar: Bunlardan doğan hukuk davaları da ticari davadır ve ticaret mahkemesinde görülür. Örneğin, bankaya yatırılan mevduatın çekilmesi konusunda banka ile tasarruf sahibi bir memur arasında çıkacak uyuşmazlık da, ticaret mahkemesinde görülür.
Bankalar ve ödünç para verme işlerinden doğan davaların ticaret mahkemelerinde görüleceğine ilişkin Yargıtay kararı;
“Kullanılan kredi ticari araç alımımı ilişkin olup düzenlenen sözleşmenin de ticari nitelikli Genel Kredi Sözleşmesi olması ve nihayet uyuşmazlığın niteliği Tüketici Mahkemesi ile Ticaret Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlığı bakımından görevsizlik kararı verilmiş olmasında da bir isabetsizlik bulunmamaktadır.”(6762 s. TTK. m. 4, 5) (4077 s. TKHK. m. 23)
• TİCARİ İŞ NİTELİĞİ VE GÖREVLİ YARGI YERİ – Bakanlar Kurulu Kararıyla El Konulup TMSF’ye Devredilen şirket Hisseleri Ġçin Hissedarların Açtıkları Dava iliĢkin yargıtay kararı;
“S… Anonim Şirketi, ticari şirketlerden biridir ve davacıların, bu şirkette sahip olduğu hisselerle ilgili işlemleri ticari iştir. Öte yandan, Bankalar Kanunundan doğan davalar da ticari dava olup, bu nedenle, davacı tarafından açılan, hisselere vaki muarazanın önlenmesine, haksız tescilin iptaline ilişkin bu dava, niteliği itibariyle adli yargının konusuna giren bir ticari davadır. Bakanlar Kurulu Kararının iptali için, idari yargıda açılan dava, ancak bu dava için “”bekletici mesele”” kabul edilebilir.”
• İSTİRDAT DAVASINDA GÖREVLİ MAHKEME – Kredi Sözleşmesiden Kaynaklanması Nedeniyle Ticari Dava Sayılacağına ilişkin Yargıtay kararı;
Bankalar ve ödünç para verme işleri kanunlarında tanzim olunan hususlardan doğan hukuk davaları ticari dava sayılır. Davacı, dava konusu kredi sözleşmesinin kefili olduğunu ve fazla ödemede bulunduğunu ileri sürdüğüne, davalı ise yapılan işlemlerin taraflar arasındaki sözleşmeye uygun olduğunu savunduğuna göre, mahkemece taraflar arasındaki sözleşme getirtilerek, varsa fazla ödeme miktarının belirlenmesi ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekir. 23
7) Özel Kanun Hükümleri Gereği (Mutlak) Ticari sayılan Davalar
TTK dışında bazı özel kanunlarda düzenlenen işlerden kaynaklanan davaların da ticari dava sayılacağı hükme bağlanmıştır. Örn: Ticari işletme rehninden doğan davalar mutlak ticari davalardır.
a)507 sayılı Esnaf ve Küçük Sanatlar Kanunundan doğan bazı davalar,
b)1441 sayılı Ticari işletme Rehni Kanununun uygulanmasından doğan davalar,
c)10.06.1985 gün ve 3226 sayılı Finansal Kiralama Sözleşmelerinden doğan davalar da (Md.31‟e göre) “Mutlak Ticari” dava niteliğindedir.
d)14.10.1983 gün 2920 sayılı (Türk Sivil havacılık kanunu uygulanmasından doğan davalarda TTK.‟nın 12/b.10 hükmüne göre “Mutlak Ticari” davalar niteliğinde olup bu nevi davalarda ticaret mahkemsinde bakılır.
e)5590 sayılı Kanun’un 74.maddesi gereğince de, oda ve borsa üyelerine verilen disiplin cezalarına, ilkin birlik nezdinde itiraz olunmakta, daha sonra birliğin kararına karşı ticaret mahkemesine başvurulmaktadır.
f)İflas davaları ticaret mahkemesinde görülür.(İİK.md.154,156,158,173,174).Bundan başka, iflasın kaldırılmasına (İİK.md.254) iflasa karar vermiş olan ticaret mahkemesi karar verir. İflasta sıra cetveline itiraz davaları iflasa karar vermiş olan ticaret mahkemesinde açılır (İİK.md.235). Taksiratlı müflis ve adi müflis hakkında itibarın yerine getirilmesine iflasa karar vermiş olan ticaret mahkemesinde karar verilir (İİK.md.313-314).Konkordatonun tasdiki ve feshi işlerine de ticaret mahkemelerinde bakılmaktadır.
• İflas Yolu ile Takibe Karşı Yapılan itirazın Kaldırılması ve iflasına Karar Verilmesinde Ticaret Mahkemesinin Görevli Olmasına ilişkin Yargıtay Kararı
“Haciz veya iflas yolu ile başlatılan takip şeklini, alacaklı bir defaya mahsus olmak üzere değiştirebilir. Bu durumda borçluya değiştirilen takip şekline ait ödeme emri tebliğ edilir. Evvelki takibin kesinleşmiş olmasının veya itiraz üzerine durmasının bu işleme etkisi yoktur. Alacaklının kambiyo senetlerine mahsus haciz yolunu iflas yoluna dönüştürmesi ile birlikte İİK.’nun 172. maddesi gereğince borçlunun itirazlarını icra dairesine bildirmesi ve sonrasında alacaklının İİK.’nun 174. maddesi uyarınca borçlunun itirazının kaldırılmasını ve iflasına karar verilmesini Ticaret Mahkemesinden istemesi mümkündür.”
• İflasta Sıra Cetveline itiraz Davasında Görevli Mahkeme )
Sıra cetveline itiraz davasının iflasa karar veren ticaret mahkemesince görülmesi gerekir. Mahkemenin bu konudaki gönderme kararı bir görevsizlik kararı niteliğinde olduğundan temyizi olanaklıdır.
g) Kooperatifler Kanunu’nun 99.maddesi uyarınca da, bu kanunda düzenlenen hususlardan doğan hukuk davaları, tarafların tacir olup olmadığına bakılmaksızın ticari sayılır. Dolayısıyla kooperatiflerde ortaklıktan çıkarma kararına karşı itiraz (KoopK.16), ticaret mahkemesinde yapılır.
• Kooperatife kayyım tayininde ticaret mahkemelerinin görevli olduğuna ilişkin Yargıtay kararı;
“Dava, kooperatif tüzel kişiliğinin organsız kalması nedeniyle kayyım tayini işlemine ilişkindir. 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 98. maddesi uyarınca, bu kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde TTK.’nun Anonim Şirketlere ilişkin hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür. Diğer taraftan TTK.’nun 4 ve 5 inci maddeleri uyarınca bu davalar mutlak ticari dava sayılır. Dairemizin yerleşik uygulamasına göre Anonim Şirketlere kayyım tayini kararları Sulh Hukuk Mahkemesince değil, müstakil Ticaret Mahkemesi olan yerlerde Asliye Ticaret Mahkemelerince, olmayan yerlerde ise Asliye Hukuk Mahkemelerince Asliye Ticaret Mahkemesi sıfatıyla görülüp sonuçlandırılması gerekir. Sulh Hukuk Mahkemesince bu hususlar gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, işin esası hakkında karar verilmesi doğru görülmemiştir.”28
B)Havale, Vedia ve Telif Hakkından Doğan ve Bir Ticari İşletmeyi ilgilendiren Davalar
Havale, vedia ve telif hakkından doğan uyuşmazlığın ticari dava sayılabilmesi için, uyuşmazlığın, taraflardan birinin ticari işletmesiyle ilgili olması koşulu aranmıştır.
BK‟nın 457-462.maddeleri arasında düzenlenen havale, para ve kıymetli evrak ya da diğer misli şeylerin verilmesi ve kabzolunması için verilen iki taraflı bir yetkidir. Böyle bir işlemden doğan davanın ticari sayılabilmesi için, işlemin, en azından havale eden, havale ödeyicisi veya havale alıcısından birinin ticari işletmesiyle ilgili olması gerekir. Dolayısıyla bir memurun, diğer bir memura banka kanalıyla yaptığı havaleden doğan dava ticari davadır.
Telif hakkı ise, fikir ve sanat eserleri üzerinde bu eseri yaratanın sahip olduğu hakların bütününü ifade eder. Telif hakkıyla ilgili hükümler, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunda yer almıştır. Telif hakkıyla ilgili bir davanın ticari sayılabilmesi içinde, uyuşmazlığın bir ticari işletme ile ilgili olması gerekir. Örneğin bir piyesin, yazarının izni alınmadan temsil edilmesi dolayısıyla tiyatro sahibine karşı açılan davalar (FSEK. 66) ticaridir. Buna karşılık bir bilim adamının, başka bir araştırmacı tarafından hazırlanan eseri kendi adı altında yayımlanması nedeniyle açılan tazminat davası (FSEK. 70) ticari işletme ile ilgili olmadığından ticari dava değildir.
• FİKRİ MÜLKİYET HAKKINA VEYA HAK SAHİPLİĞİNE DAYALI DAVA -Fikri Ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin Görevli Olduğuna ilişkin Yargıtay kararı;
“F.S.E.K.nun düzenlediği hukuksal ilişkilerden kaynaklanan uyuşmazlıklarda Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi görevlidir. Öncelikle de, davacı yanın, davada “Fikri mülkiyet hakkına veya hak sahipliğine” dayanması gereklidir.
Eser sözleşmesinin konusu genellikle emek unsuru ağır basan bir çalışma ürünü olup bütünlük arzeden ve ekonomik değeri olan her hukuksal varlık, maddi nitelikte olsun veya olmasın bir eser sayılmaktadır. Eser sözleşmesinin açıklanan tanımı kapsamındaki unsurlarına göre, yanlar arasında gerçekleştiği ileri sürülen hukuksal temel ilişki değerlendirildiğinde, hukuksal niteliğince bir “eser” sözleşmesi olduğu anlaşılmaktadır. Saptanan ve hukuksal durum bu olunca Asliye Ticaret Mahkemesince davaya devam edilerek uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesi gerekir.”
C)Nisbi Ticari Davalar :
Her iki taraf için ticari sayılan hususlardan doğan davalardır. TTK 4/1‟e göre “ 21. md gereğince her iki taraf için ticari sayılan hususlardan doğan hukuk davaları ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın… nisbi ticari dava kabul edilmiştir.”
Bu açıdan bir davanın ticari sayılabilmesi için ihtilafın her iki tarafın tacir ve ihtilafında ticari işletmeyle ilgili olması yeterlidir. Bu iki şartın burada gerçekleşmesi şarttır.
Örneğin bir tacirin ticari işletmesine dahil olmayan gayrimenkulü bir başka tacire dükkan olarak kiralamasından doğan dava ticari değildir. Buna karşılık her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili olan karz, istisna, kira gibi sözleşmelerden doğan hukuk davaları da ticaridir. Ticari işletme işleten bir adi şirketin TTK 14/1 gereğince tacir sayılan ortakları arasında bu ticari işletmeyle ilgili olarak çıkan uyuşmazlık da nisbi ticari davaya vücut verir.
Tüzel kişi tacirlerin, adi sahaları bulunmadığından, bir anonim şirketin, genel kurul toplantısını yapmak üzere tacirden salon kiralaması ve bu kira sözleşmesinden bir uyuşmazlık çıkması halinde de açılacak dava, ticari sayılır.
Yargıtay’a göre; haksız fiilden doğan davalar, örneğin iki taşıtın birbirine çarpması durumunda, araç sahipleri tacirse ve araçlar ticari işte kullanılıyorsa ticari dava niteliğindedir.
• Tacirler arasındaki ihtilafın Asliye Ticaret Mahkemesinde görüleceğine ilişkin Yargıtay kararı;
“Tacirler arasındaki ihtilafların çözümünde 4077 sayılı yasanın uygulanamayacağı ve uyuşmazlığın hallinin Asliye Ticaret Mahkemesinde yapılması gerektiği düşünülmeden yazılı gerekçe ile görevsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”
TĠCARET MAHKEMELERİNİN İŞ SAHASI
Kaideten “ticari iş” uyuşmazlıklarından doğan davalara da değerlerine göre sulh veya asliye hukuk mahkemeleri bakar. (TTK. Md.5/1, HUMK. Md.8) Ancak, bir yerde (halen Ankara, İstanbul, Beyoğlu, İzmir, Karşıyaka, Mersin, Adana, Konya, Kayseri, Bursa ve Kadıköyden başka yerde yoktur.) müstakil ticaret mahkemesi varsa hukuk mahkemesinin görevine giren ticari davalar ile hususi hükümlere – mesela, İİK‟nın 156ıncı maddesi gereğince iflas kararı ancak ticaret mahkemesinden istenebilir. – göre ticaret mahkemesinde görülecek diğer işlere ticaret mahkemesinde bakılır. Bu büyük şehirler dışında kalan asliye hukuk mahkemeleri hem ticari uyuşmazlıklara hem de sair davalara bakar.31
• Ticaret mahkemesi bulunmayan yerlerdeki ticari işlerde görevli mahkemeye ilişkin Yargıtay kararı;
“Davanın görüldüğü yerde ticaret mahkemesi yoksa, ticari işlere de asliye hukuk mahkemesi bakar.” 32
Ticaret mahkemesine açılan bir dava ile asliye hukuk mahkemesine açılan bir dava arasında irtibat (HUMK. Md.45-48, 187/5) varsa, bu iki dava “ticaret mahkemesi” nde birleştirilir. Diğer taraftan ticaret mahkemesinde açılan bir dava ile sulh hukuk mahkemesinde açılan bir dava arasında, keza, “irtibat” varsa, bu iki dava da ticaret mahkemesinde birleştirilebilir. Sulh hukuk mahkemesince karara bağlanan ticari işlerin temyiz inceleme yeri Yargıtay 11. Hukuk Dairesi‟dir.33
Bir davanın hukuki mahiyetine göre asliye hukuk veya asliye ticaret mahkemesinin iş alanına girdiği veya girmediğine ilişkin itiraza; iş bölümü itirazı denir. İş bölümü itirazı hem asliye hukuk hem de ticaret mahkemesinde yapılabilir. İş bölümü itirazı ancak ilk itiraz olarak ileri sürülebilir (HUMK. md.187). On günlük (HUMK.md.195) esasa cevap süresi içinde (cevap layihası) ile yapılması mümkün bulunduğu gibi ayrı bir dilekçe ile de yapılması mümkündür. (HUMK.md.188,195,196) 34
İş bölümü itirazı hadiseler gibi incelenip karara bağlanır. (HUMK.md.190-222). İş bölümü itirazı on günlük cevap süresi geçtikten sonra yapılmışsa, mahkeme itirazın süresi içinde yapılmadığından bahisle reddine karar verir. Yapılan iş bölümü itirazı kanuni içinde olmakla beraber, haksız ise, yani dava mahkemenin iş alanına girmekte ise mahkeme yine iş bölümü itirazının reddine karar verir. İş bölümü itirazının reddine ilişkin karar, nihai karar (HUMK.md.427, 428) olmadığı ve bir ara karar mahiyetinde olduğu için yalnız başına temyiz edilmez. Ancak esas hükümle birlikte temyiz edilebilir.
Mahkemenin iş bölümü itirazını reddeden kararı hatalı ise bu hal yalnız başına esas hükmün bozulması için yeterli bir sebep teşkil etmez. (TTK.md.5/f.3/c.son, HUMK.md.428/son).
“Ticari dava niteliğinde olan davanın iş bölümü itirazı dikkate alınmadan Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılmış olması kararın bozulması için yalnız başına yeterli değildir”.(6762 s. TTK. m. 5)35
Yargıtay mahkemenin verdiği hükmü başka bir sebeple bozarsa, bu arada onu, iş bölümüne uyulmamış olması nedeniyle de bozar ve dava dosyasını iş bölümüne sahip olan asliye hukuk veya ticaret mahkemesine gönderir. Mahkemece iş bölümü itirazının reddine karar verip işin esasına incelemeye girişildikten sonra bu kere, eski kararı hilafına işin kendi sahasına girmediği kanaatine varacak olursa – iş bölümü itirazının reddine ilişkin karar bir ara kararı mahiyetinde olduğu için – bu ara kararından dönerek süresinde yapılmış olan iş bölümü itirazını kabul ederek bu defa gönderme kararı verebilir.36
Davalı tarafın süresinde ileri sürdüğü iş bölümü itirazını inceleyen mahkeme açılan davanın kendi iş sahasına girmediği sonucuna varırsa, dava dosyasını ilgili mahkemeye – asliye hukuk mahkemesi ticaret mahkemesine, ticaret mahkemesi asliye hukuk mahkemesine – gönderilmesine karar verir, uygulamada bu karara gönderme kararı adı verilmektedir.
• Gönderme Kararı-Yapılan ĠĢ Bölümü itirazı Sonucu Davanın Ticari Dava Olduğu Anlaşıldığından Görevsizlik Kararı Verilememesine ilişkin Yargıtay Kararı;
“Asliye Hukuk Mahkemesine açılan davada; süresinde ileri sürülen işbölümü itirazı üzerine davanın ticari dava olduğu sonucuna varıldığına göre, HUMK 7. ve 27. maddelerine göre görevsizlik kararı değil, TTK’nun 5. maddesi dayanak gösterilerek gönderme kararı verilmelidir. Ayrıca iş bölümü itirazı nedeniyle verilen gönderme kararlarında vekalet ücretine hükmedilemez.”
• İş Bölümüne ilişkin Yargıtay Genel Kurulu Kararı;
Ayrı Ticaret Mahkemesi bulunan yerlerdeki Ticaret Mahkemeleri ile Asliye Hukuk Mahkemesi arasındaki ilişki kural olarak, görev değil, işbölümü ilişkisidir. Ancak, bu işbölümü ilişkisi bir yerdeki birden fazla Asliye Hukuk Mahkemesi arasındaki işbölümü ilişkisinden farklıdır. Zira, ticaret mahkemeleri ile asliye hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki TTK.’nun 5.m.si yukarıda açıklanan yasa hükmüne dayanması yanında tarafların işbölümü itirazında bulunabilme özelliklerini taşımaktadır. Buradaki işbölümü itirazı yalnız ilk itiraz olarak ileri sürülebilir. İşbölümü itirazının kabulü halinde Mahkemece verilecek karar bir gönderme kararı olup, bu karar ile dava sona ermeyip, davaya gönderilen mahkemede devam edilir. Nihai bir karardır ancak, diğer nihai kararlardan farklı olarak bu karar tek başına temyiz edilemez; verildiği anda kesin bir karar olmakla birlikte gönderilen mahkemenin esas hakkında verdiği hükümle birlikte temyiz edilebilir. Bu kararın yanlış olması ise, tek başına esas hükmün bozulmasına yeterli neden sayılmaz. Gönderme kararı üzerine talep halinde dosya işbölümüne sahip mahkemeye gönderilir. (6762 s. TTK. m. 5) (4389 s. Bankalar K. m. 14)
“Gönderme kararı” dava sona ermeyip bilakis gönderilen mahkeme tarafından davanın esası inceleneceği ve orada nihai karar verileceği için, gönderme kararı veren mahkeme tarafından davalı lehine ne vekalet ücretine ne de yargılama giderine karar veremez. Verilmişse de sadece bu kısmı temyiz edilebilir.39 Konuya ilişkin Yargıtay kararı;
“Gönderme kararları verildikleri anda kesin olup, yalnız başına temyiz edilemez esas hükümle birlikte temyiz olunabilir. Ancak bu kararın niteliğine tamamen yabancı olan ve onunla bağdaşması mümkün olmayan nihai bir hükmün bu karar ile birlikte yanılgı sonucu verilmesi halinde, gönderme kararının nihai hükme ilişkin bu bölümünün yalnız başına temyizi mümkündür.”(6762 s. TTK. m. 5, 1301)
Mahkemesi´ne gönderilmesine dair verilen kararı, davacı vekili vekalet ücreti yönünden temyiz etmiştir.
24.04.1967 tarih ve 12/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı´nda ve gönderme kararının verildiği tarihte yürürlükte olan Tarife´nin 7/son maddesi hükmünde, gönderme kararları nedeniyle vekalet ücretine hükmedilemeyeceği öngörüldüğü halde, mahkemece, davacı aleyhine vekalet ücretine de hükmedilmiştir.
“Türk Ticaret Kanunu 5. maddesine göre, iş bölümü itirazının kabulü üzerine verilen gönderme kararı tek başına temyizi mümkün kararlardan değildir. Ancak, içeriğinde gönderme kararına aykırı hususlar bulunduğu takdirde (vekalet ücreti, yargılama gideri v.s) karar tek başına temyizi kabil karar niteliği alır.” (6762 s. TTK. m. 5, 1301)
• Dava dosyası kendisine gönderilen mahkeme “Gönderme Kararı” ile bağlı olduğuna ilişkin Yargıtay kararı;
Dava dosyası kendisine gönderilen mahkeme “Gönderme Kararı” ile bağlı olduğu için gelen davaya bakmaya mecburdur. Çünkü dava dosyası kendisine gönderilen mahkeme TTK.’!nun 5/3 maddesi hükmüne göre gönderme kararının usul ve kanuna uygun olarak verilip verilmediğini inceleme yetkisine sahip değildir. Aksi halde söz konusu fıkra hükmüne aykırı hareket edilmiş olunur. Öyle ise mahkemece işin esası incelenmeli ve ortaya çıkacak sonuca uygun bir karar verilmelidir.(6762 s. TTK. m. 5)
Mahkeme gönderme kararında sadece dava dosyasının iş bölümüne sahip mahkemeye gönderilmesine karar vermekle yetinir, dava dosyasını re‟sen o mahkemeye gönderemez. Dava dosyasının iş bölümüne sahip mahkemeye gönderilmesi için ve davaya o mahkemede devam olunabilmesi için davanın on gün içinde gönderme kararı veren veya gönderilen mahkemeye başvurması icap eder. (HUMK.md.193/2,3). Aksi takdirde dava açılmamış sayılır. Bu on günlük başvurma süresi gönderme kararının yüze karşı verilmişse, kararın verildiği tefhim edildiği tarihten itibaren, şayet gönderme kararı gıyapta verilmiş ise kararın tebliği tarihinden itibaren işlemeye başlar. (HUMK.md.407)
• İşe Görevli Mahkemede Bakılabilmesi için Tanınan Sürenin Başlangıcına ilişkin Yargıtay kararı;
İş alanına ilişkin ilk itirazın kabul edilerek gönderme kararı alınmasından sonra işe görevli mahkemede bakılabilmesi için, HUMK m. 193`deki usuli işlemlere süre bakımından getirilen sınırlamadaki 10 günlük süre, tefhimde kararın verildiği, gıyapta verilen kararlarda ise tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başlar.44
Davacı gönderme kararından itibaren on gün içinde görevli mahkemeye müracaat ederek davalı tarafa tebligat yaptırmazsa (HUMK.md.193/2,3), davacının görevsiz mahkemede açmış olduğu davası açılmamış sayılır.
• Asliye Mahkemesinin iş bölümü itirazını Kabulü ile Dosyayı Ticaret Mahkemesine Gönderme Kararı Üzerine On Günlük Sürenin Tefhimden itibaren Başlamasının Gerekmesine ilişkin Yargıtay kararı;
Ankara Asliye 7.Hukuk Mahkemesi’nin davalı tarafın işbölümü itirazının kabulü ile dosyanın Ankara Ticaret Mahkemesi’ne gönderilmesine ilişkin her iki taraf vekilinin hazır bulunduğu oturumda verdiği karar üzerine HUMK’un 193/3.maddesinde öngörülen ( 10 ) günlük sürenin 11.10.1976 tarih ve 1976/5-5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca tefhimden itibaren başlayacağı gözetilerek bu sürenin geçmesinden sonra davacı vekilinin gönderen mahkemeye başvurması nedeniyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekirken, esasa girilerek hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
İhtisas Mahkemeleri ile ilgili Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 24.03.2005 gün ve 188 sayılı kararıyla,
I-Müstakil ticaret mahkemesi kurulmuş olan yerlerde;
A) İstanbul için;
Kadıköy ticaret mahkemelerinin yargı çevresinin İstanbul Anadolu yakası olarak, Beyoğlu ticaret mahkemelerinin yargı çevresinin Beyoğlu asliye hukuk mahkemelerinin sınırları olarak,
İstanbul ticaret mahkemelerinin yargı çevresinin ise Kadıköy ve Beyoğlu ticaret mahkemeleri yargı çevresi dışındaki yerler olarak,
belirlenmesine,
B) İstanbul dışındaki yerler için;
a- Büyük Şehir Belediyesi sınırları içerisindeki merkez ilçe ile diğer ilçelerin adı ile kurulu ağır ceza merkezlerinde oluşturulan müstakil ticaret mahkemelerinin yargı çevresinin, yalnız büyük şehir belediyesi sınırları içerisinde kalan ilçeleri kapsamına alacak biçimde, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresi olarak tespitine,
b- Büyük Şehir Belediyesi oluşturulmamış il ve ilçe ağır ceza merkezleriyle ağır ceza mahkemesi bulunmayan ilçelerde kurulu müstakil ticaret mahkemelerinin yargı çevresinin, o yer asliye hukuk mahkemesinin çevresi ile aynı olmak üzere belirlenmesine,
II-Müstakil ticaret mahkemesi kurulmamış olan yerlerde,
Müstakil ticaret mahkemesi kurulmamış olan il merkezleri ile ağır ceza mahkemesi bulunan ve bulunmayan (büyük şehir belediye sınırları dışında kalan mülhakatlar da dahil olmak üzere) diğer ilçelerde, ticaret mahkemelerinin görev alanına giren iş ve davalara; o yer asliye hukuk mahkemelerinin eşit olarak bakmalarına; karar verilmiştir.
Bilindiği üzere, Ticaret Mahkemelerinin iş sahasını düzenleyen 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5.maddesinde aynen “Aksine hüküm olmadıkça, dava olunan şeyin değerine göre asliye hukuk veya sulh hukuk mahkemesi ticari davalara dahi bakmakla vazifelidir.
Bu ana kuralı ortaya koyduktan sonra; 4389 sayılı Bankalar Kanununun 12.05.2001 gün ve 4672 sayılı ve son olarak da 12.12.2003 gün ve 5020 sayılı yasalarla değişik 14/5-d maddesinde yer alan hüküm değerlendirilmelidir. Bu maddede: “Bankalar ile Fon ve bankaların iflas idareleri tarafından açılacak hukuk davalarına asliye ticaret mahkemesi tarafından bakılır. O yerde, birden fazla asliye ticaret mahkemesi bulunması halinde, bu davalar (1) ve (2) numaralı asliye ticaret mahkemesinde görülür.
Bankalar ile Fon ve bankaların iflas idareleri tarafından muamele merkezi veya ikametgahı İstanbul İli sınırları içinde olan kişiler aleyhine açılacak hukuk davaları ile borçlular hakkında açılacak iflas davalarına İstanbul (1) ve (2) numaralı asliye ticaret mahkemesi tarafından bakılır. İflas davası açılması halinde, bu mahkeme, hakkında iflası istenen borçlunun muamele merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesine borçlu aleyhine iflas davası açıldığını bildirir.” demektedir.
Şu kadar ki; bir yerde ticaret mahkemesi varsa, asliye hukuk mahkemesinin vazifesi içinde bulunan ve bu kanunun 4 üncü maddesi hükmünce ticari sayılan davalarla hususi hükümler uyarınca ticaret mahkemesinde görülecek diğer işlere ticaret mahkemesinde bakılır.
İkinci fıkrada yazılı hallerde, münhasıran iki tarafın arzularına tabi olmayan işler hariç olmak üzere, bir davanın ticari veya hukuki mahiyeti itibariyle mahkemenin iş sahasına girip girmediği yalnız iptidai itiraz şeklinde taraflarca dermeyan olunabilir. İtiraz varit görüldüğü takdirde dosya ilgili mahkemeye gönderilir; bu mahkeme davaya bakmaya mecburdur; ancak, davanın mahiyetine göre tatbiki gerekli usul ve kanun hükümlerini tatbik eder. Ticari bir davanın hukuk mahkemesi, ticari olmayan bir davanın ticaret mahkemesi tarafından görülmesi hükmün bozulması için yalnız başına kafi bir sebep teşkil etmez.
“Vazifesizlik sebebiyle dava dilekçesinin reddi halinde yapılacak muamelelere ve bunların tabi oldukları müddetlere dair usul hükümleri, iş sahasına ait iptidai itirazın kabulü halinde de tatbik olunur.” hükmü yer almaktadır. Böylece, ayrı Ticaret Mahkemesi bulunan yerlerdeki Ticaret mahkemeleri ile asliye hukuk mahkemesi arasındaki ilişki kural olarak, görev değil, işbölümü ilişkisidir. Ancak, bu işbölümü ilişkisi bir yerdeki birden fazla asliye hukuk mahkemesi arasındaki işbölümü ilişkisinden farklıdır. Zira, ticaret mahkemeleri ile asliye hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki yukarıda açıklanan yasa hükmüne dayanması yanında tarafların işbölümü itirazında bulunabilme özelliklerini taşımaktadır. Buradaki işbölümü itirazı yalnız ilk itiraz olarak ileri sürülebilir. İşbölümü itirazının kabulü halinde mahkemece verilecek karar bir gönderme kararı olup, bu karar ile dava sona ermeyip, davaya gönderilen mahkemede devam edilir. Nihai bir karardır ancak, diğer nihai kararlardan farklı olarak bu karar tek başına temyiz edilemez; verildiği anda kesin bir karar olmakla birlikte gönderilen mahkemenin esas hakkında verdiği hükümle birlikte temyiz edilebilir. Bu kararın yanlış olması ise, tek başına esas hükmün bozulmasına yeterli neden sayılmaz. Gönderme kararı üzerine talep halinde dosya işbölümüne sahip mahkemeye gönderilir.
O yerdeki birden fazla ticaret mahkemeleri arasındaki ilişkiye gelince, bu ilişki yalnız bir iç ilişkidir. İşbölümü ilişkisi değildir.
TİCARİ DAVALARDA USUL
TTK, ticari davalarla ticari olmayan davalar arasında usul ve deliller açısından esas itibariyle herhangi bir farklılık öngörmemiştir. Her ikiside HUMK‟daki usul düzenlemelerine tabidir. Yine de bazı ticari davalarda bazı usul farklılıkları vardır.
Örn: Ticari defterlerin delil olarak kullanılması belli şartlara, esaslara bağlanmıştır, belli şartlar dairesinde delil olarak tanzim edilebilir.
TTK 20/3 md: “Tacirler arasında diğer tarafı temerrüde düşürmek veya mukaveleyi fesih etmek yahut ondan rücu maksadıyla yapılacak ihbar veya ihtarların muteber olması için noter marifetiyle veya iadeli taahhütlü bir mektupla yahut telgrafla yapılması şarttır.”
TTK 23. md: Bir başka özel düzenlemedir. Fatura ve teyit mektubuyla ilgilidir. Bunlar özel ispat gücüne sahiptir.
DELİLLER
Bir vakanın ispatı için başvurulan vasıtalara “delil” denir. Kanun delili “davanın halline tesir edebilecek münazaalı hususların ispatı için başvurulan vasıtalardır.” şeklinde tarif etmektedir. (HUMK. md. 238)
Delilin konusu, maddi vakalardır. Bir davada o davanın çözümünü etkileyebilecek olan vakalar için delil gösterilir ve ancak bu deliller inceleme konusu yapılır. Çekişmeli olmayan vakalar için delil gösterilmesine gerek yoktur.46
Delillerin Çeşitleri :
Deliller, kesin ve takdiri deliller olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Kesin Deliller
Kesin deliller, ikrar ( HUMK. md.236), senet (HUMK. md. 286 vd.) ve yemin (HUMK. md. 377 vd. ), kesin hüküm (HUMK. md. 237) olmak üzere dört tanedir. Bunlara kesin delil denmesinin nedeni bu delillerin hakimi bağlayıcı nitelikte olmalarıdır.
Hakim, kesin delilerden biri ile ispat edilen bir vakayı, ispat edilmiş olarak kabul etmek zorundadır. Yani, hakimin bu delilleri takdir yetkisi yoktur. Fakat kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda hakim kesin deliller ile dahi bağlı değildir. Örneğin, boşanma ve ayrılık davalarında yemin teklif olunamaz, ikrar hakimi bağlamaz. Hakim kesin deliller ile dahi bağlı değildir. Örneğin, boşanma ve ayrılık davalarında yemin teklif olunamaz, ikrar hakimi bağlamaz. Hakim delilleri serbestçe takdir eder.
Bu gibi istisnalar dışında özellikle taraflarca hazırlanma ilkesinin uygulandığı davalarda hakim kesin delillerle bağlıdır.
2- Takdiri Deliller
Takdiri deliler, tanık (HUMK. md. 245 vd.), bilirkişi (HUMK. md. 275 vd.), keşif (HUMK md. 363 vd.) ve özel hüküm sebepleri ( HUMK. md. 367 vd.)dir. 47 Hakim takdiri delilleri istediği gibi değerlendirme hakkına sahiptir. Hakim takdiri delillerle bağlı değildir.
A) KESİN DELİLLER
Kesin deliller, ikrar ( HUMK. md.236), senet (HUMK. md. 286 vd.) ve yemin (HUMK. md. 377 vd. ), kesin hüküm (HUMK. md. 237) olmak üzere dört tanedir.
1- İKRAR
Bir tarafın, diğer tarafın ileri sürdüğü bir vakanın doğru olduğunu bildirmesidir. Davalı, davacının ileri sürdüğü vakaları ikrar edebileceği gibi, davacı da davalının ileri sürdüğü vakaları ikrar edebilir.
Yine ikrar, yargılama usulü bakımından, açıklayan tarafından hasmın karara bağlanmasını istediği hakkın veya hukuki durumun meydana gelmesine esas olan ve hasımca ileri sürülen maddi olayların tümünün veya bir bölümünün doğru olduğunun bildirilmiş olması demektir. İkrar maddi olaylara ilişkindir.49
İkrar, buna yapanın tek taraflı açık bir irade beyanı ile olur. Kural olarak sükut ikrar sayılmaz.
İkrar mahkeme dışında yada mahkeme önünde yapılır. Mahkeme dışı ikrar bir kesin delil değildir. (Örn. Bir tarafın karşı tarafa yazdığı mektupta veya başka kişiler (tanıklar) önünde karşı tarafın iddia ettiği bir olayın doğru olduğunu beyan etmesi) Hakim, mahkeme dışı ikrarı doğrulayacak delil ve belirti (emare) varsa, buna dayanarak hüküm verebilir. (HUMK.m.236/4). Kaldı ki, mahkeme dışı ikrarın başka delil ve belirtilerle doğrulanması üzerine, kanaatını kuvvetlendirmek için lehine ikrarda bulunulan tarafa kendiliğinden (re’sen) yemin (HUMK.m.356) teklif edebilir. Buna göre mahkeme dışı ikrar bir takdiri delildir ve bununla ancak takdiri delillerle (Örn.tanıkla) ispat edilebilen hususlar ispat edilebilir.
Buna karşın, yargılama sırasında mahkemede yapılan ikrara mahkeme içi ikrar denilir. Mahkeme içi ikrar, bunu yapan tarafın mahkemeye karşı tek taraflı açık bir irade beyanı ile olur. İkrarın karşı tarafça kabulü gerekli değildir. Bu nedenle karşı tarafın yokluğunda da yapılabilir.
Mahkeme için ikrar sözlü yada yazılı olarak yapılabilir. Sözlü olarak yapılması durumunda tarafın ikrarı tutanağa yazılır. Tutanağın ikrara ilişkin bölümü ikrar eden tarafın önünde okunarak imza ettirilir. (HUMK.m.151). Bu husus ikrar için bir geçerlilik şartıdır. 50
Öte yandan, bir tarafın mahkemeye verdiği dilekçesindeki ikrarının geçerli olabilmesi için, ikrar beyanının ayrıca tutanağı geçirilmesine ve kendisine okunarak imza ettirilmesine gerek yoktur. Çünkü dava evrakındaki ikrar da geçerlidir.51
Bu durumda, kadastro tutanağında beyanı ve imzası bulunan yerel bilirkişilerin bu beyanlarının bağlayıcı olmasından söz edebilmek için, tutanağın ilgili bölümünün Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasının 151/son ve 236. maddelerinde açıklanan biçimde beyanlarının kendilerine açıkça okunması ve imzalarının alınması gerekir. Yasanın bu hükmü işlemin geçerli sayılması için bir koşuldur. İkrar gibi bir hakkın varlığı yada sona ermesine neden olabilecek bir beyanın bu şekilde uygulamaya tabi tutulmasında bir zorunluluk bulunduğu açıktır. Eş söylemle, bir kimsenin kendisi aleyhine ve ikrar niteliğindeki beyanı bu kimsenin huzurunda alenen teker teker okunmalı, onun iradesini tam aksettirip aksettirmediği bu suretle belirlenmeli, bundan sonra tutanak imzalattırılmalıdır.
İkrara ilişkin Yargıtay kararı;
1- İkrar , görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.
2- Karşı tarafın ileri sürdüğü vakıanın doğru olduğu bildirilir, fakat bunun hukuki niteliğinin iddia edildiğinden başka olduğu öne sürülür ise bu durum vasıflı ikrardır. Vasıflı ikrarın bölünemeyeceği, yani vasıflı ikrarın ikrar eden aleyhine delil teşkil etmeyeceği, aksine o vakıayı ileri sürenin onu ispat etmesi gerektiği hukukumuzda genel olarak kabul edilmektedir. Vasıflı ikrar (gerekçeli inkar) halinde lehine ikrar yapılan taraf ancak ispat yüküne yer değiştirmemek şartıyla diğer tarafın ikrarını bölebilir. Bağlantısız bileşik ikrarda; ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında hiçbir bağlılık yoktur. Bağlantılı bileşik ikrar ise vasıflı ikrara benzemektedir. Çünkü her ikisinde de ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile asıl vakıa arasında bağlantı vardır. Yalnız vasıflı ikrara eklenen vakıa asıl vakıa ile aynı andaki veya ondan önceki bir vakıa olduğu halde bileşik ikrara eklenen vakıa asıl vakıadan sonraki tarihte doğmuş olan bir vakıadır. Vasıflı ikrarda kanıtlama yükümlülüğü, ikrar eden tarafa (davalılara) değil, vakıayı ileri süren tarafa (davacıya) aittir.(1086 s. HUMK. m. 236, 293)53
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 236. maddesinde, taraflardan birinin ikrarının geçerli olduğu ve o taraf aleyhine delil teşkil edeceği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır. Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir.54
İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.
Öğretide ve uygulamada ikrar, yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır.
Yapıldığı yere göre; mahkeme dışı veya mahkeme içi ikrardan söz edilir. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise kesin delil niteliğindedir.
• İkrarın Mahkemede Veya Mahkeme Dışında Yapılabilmesine ilişkin Yargıtay Kararı;
Hukuki olayın mahkemede ikrarı, başka delile gerek olmaksızın ikrarda bulunanı bağlar. Mahkeme dışındaki ikrar, başka delillerle güçlendirildiğinde takdiri delil niteliğini alır. Yemin dışındaki deliller yeterli olduğundan yemine başvurulamaz.
Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur.
İçeriği itibariyle ikrar ya basit (adi), ya vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkar da denilmektedir.
Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.
Vasıflı ikrarda, (gerekçeli inkarda) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir.
Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.
Yukarıda da değinildiği üzere, öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.
Borçlar Kanunu’nun 457 ve ardından gelen maddelerinde düzenlenmiş olan havale, hukuksal nitelikçe (tıpkı onun özel biçimlerinden biri niteliğindeki çek gibi), bir ödeme vasıtasıdır. Eş söyleyişle, havalenin, mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Bu yasal karinenin tersini (havalenin borcun ödenmesinden başka bir amaçla yapıldığını) ileri süren havaleci (muhil), bu iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. 56
• Mahkeme Dışı ikrarın niteliğine ilişkin Yargıtay Kararları;
“Mahkeme dışı ikrar bir kanuni delil, dahası delil olarak kabul edilemez.
Mahkeme dışı ikrar bir emaredir. O nedenle zorunlulukla diğer delillerle pekiştirilmesi diğer bir anlatımla güçlendirilmesi gerekir. Bu güçlendirmenin, hukuki muamelelerin senetle ispat edilmesi gerekeceğine ilişkin yasal kurala aykırı sonuçlara yol açmaması gerekir.”
“Mahkeme dışı ikrarın hükme dayanak yapılması için dava konusu hakkında başka delil ve emare aramaya gerek yoktur.
Mahkeme dışı ikrarın tanıkla ispatı mümkündür.” (1086 s. HUMK. m. 236, 354)
Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 11.9.1995 gün ve 1995/7958- 8615 sayılı ilamı ile (..Hukuki bir olayın mahkemede ikrar edilmesi başka bir delile gerek olmadan ikrarda bulunanı bağlar. İkrarın mahkeme dışında yapılması halinde ikrarın başka delil ve emare ile kanıtlanması halinde taktiri delil niteliğini kazanır. Hakim bu konudaki kanaatini güçlendirmek üzere lehine harici ikrarda bulunana tamamlayıcı yemin yaptırabilir. (HUMK. 236/son) Mahkeme dışı ikrar örneğin bir mektup ve tanıklar önünde yapılabilir.59 Bu itibarla mahkeme dışı ikrarın tanıkla kanıtlanması mümkündür. Tamamlayıcı davacıya yöneltilmesi gerekir.
Davasını kanıtlamak üzere yeminden başka delili olduğunu belirten taraf dahi yemin teklifinde bulunabilir. Ne varki yemin dışındaki deliller yeterli görüldüğü veya delillerin dinlenmesinin toplanmasının mümkün olması halinde dava maddi delillerle sonuçlandırılır, yemine baş vurulamaz (HUMK. md. 354/2).
• Dava Evrakında veya Hakim Huzurunda eki Taraftan Birinin veya Vekilinin Sebkeden ikrarı Muteber Olduğu – Mukir Olan Taraf Aleyhine Delil Teşkil Edeceğine ilişkin Yargıtay kararı;
“Dava, eser sözleşmesine dayalı alacak istemine ilişkindir. Dava evrakında veya hakim huzurunda iki taraftan birinin veya vekilinin sebkeden ikrarı muteberdir. Ve mukir olan taraf aleyhine delil teşkil eder.”
Davalı son celsedeki imzalı beyanında ise aynen; “Biz de davacı tarafından yapılan işin bedelin … TL olduğunu biz de kabul ediyoruz. Bizim iddiamız bu bedelin davacı tarafa 1/4 ‘ü nakit olarak kalanların da bono verilerek ödendiği yönündedir. Bonoları müvekkilim ödemiştir. Ancak davacı taraftan bonoları almadığı gibi, tahsilata ilişkin bir makbuz da almamıştır. ” ifadelerine yer vermiştir. Bu beyan bedel yönünden ikrar niteliğinde olup, davalı aleyhine delil niteliğindedir.
2- SENET
Senet, bir kimsenin vücuda getirdiği veya getirttiği ve kendi aleyhinde delil teşkil eden yazılı belgedir.
Senet en önemli kesin delildir. Bunun nedeni senet delillinin emin ve doğru bir ispat vasıtası olmasıdır.
Senet Çeşitleri:
Senetler, düzenleyen kişilere ve ispat güçlerine göre adi (hususi) ve resmi senetler olmak üzere ikiye ayrılır.
a-Adi senetler : Resmi bir makam veya memurun katılması olmaksızın düzenlenen senetlere adi senetler denir. Adi senetler, genelikle taraflarca düzenlenir. Senet metninin belgelendirdiği hukuki işlem hakkında tam bir bilgi içermesi ve senedin altının, senet aleyhine delil teşkil edecek kimse tarafından imza edilmesi gerekir.
Adi senetler kesin delildir. Ancak bir senedin kesin delil teşkil edebilmesi her şeyden önce onun doğru olmasına bağlıdır. Mahkeme huzurunda ikrar olunan adi senetler resmi senet hükmündedir. (HUMK. md. 296)
• Belgedeki İmzanın Davacı Tarafça Baştan Beri Kabulü Karşısında Bu Belgenin Resmi Senet Hükmünde Olması ve Kesin Delil Teşkil Eder ve Aksinin Senetle ispatının Gerekmesine ilişkin Yargıtay Kararı;
“İbranamenin koşulsuz olarak imzalanması, ibranamede paranın havale edileceği hesap ile ilgili bölümlerin çizilmiş olması, paranın elden ödendiği karinesini oluşturur. Bunun aksinin davacı tarafından kesin deliller ile kanıtlanması gerekir. Dava konusu belgedeki imzanın davacı tarafça baştan beri kabulü karşısında, bu belge resmi senet hükmünde olup, kesin delil teşkil eder ve aksinin senetle ispatı gerekir.”61
b-Resmi senetler : Resmi bir makam veya memurun katılması ile düzenlenen senetlere resmi senetler denir. Resmi bir makam veya memurun senedin düzenlenmesine herhangi bir şekilde (yalnız imza ve tarihin onaylanması ile de olsa) katılmış olması halinde, senet ispat hukuku anlamında resmi senettir.
• Yetkili Memurların Yetkileri İçinde Yöntemince Düzenledikleri veya Onayladıkları Belgelerin Aksi Kanıtlanıncaya Kadar Kesin Kanıt Oluşturmasına İlişkin Yargıtay Kararı;
“Yetkili memurların yetkileri içinde yöntemince düzenledikleri veya onayladıkları belgeler aksi kanıtlanıncaya kadar kesin kanıt oluştururlar. Değinilen belgelerin imzacıları olan kamu görevlileri tanık olarak çağrılıp dinlenilmeden, tarafı olmadığı bir davanın dosya numarasına varıncaya kadar ayrıntılı açıklamalar yapan, ancak yanmış olarak gördüğü aracın plaka ve rengini dahi göremediğini bildiren tanığın olağan hayat gerçekleri karşısında kesin inandırıcılık taşımayan sözlerine üstünlük tanınması hatalıdır.”
Bir resmi senedin tümü resmi memur tarafından düzenlenirse bu senetlere “düzenleme biçiminde senetler” denir.
Ġcra Tutanağının Resmi Senet Niteliği ve Aksinin Ġspat Edilmesi Mecburiyetine ĠliĢkin Yargıtay Kararı;
“İİK. m. 8/3 hükmü gereğince İcra ve İflas Dairelerinin tutanakları, aksi ispatlanıncaya kadar geçerlidir. Borçlunun icra dairesinde borcunu kabul etmiş ve sözlerinin altını imzalamış olduğunu gösteren icra tutanağı resmi senet niteliğindedir.”63
• Haricen Düzenlenen Sözleşmenin Noter Tarafından Onaylanması Halinde Sözleşmenin Onaylanan imzalar Yönünden Resmi Senet Niteliğini Taşımasına ilişkin Yargıtay kararı;
“Haricen düzenlenen bir sözleşmenin noter tarafından onaylanması halinde, sözleşme, onaylanan imzalar yönünden resmi senet niteliğini taşır.”
Noter senetleri, Noterlik Kanunu‟na göre belgelendirilir ve resmi senet sayılır. Çünkü Noterlik Kanunu “hükümlerine göre belgelendirilen işlemler resmi sayılır”. (NK. md. 82/1)
Resmi senetler adi senetlerden daha güçlü bir kesin delildir. Çünkü bir resmi senede dayanan taraf bunun borçluya ait olduğunu ispat zorunda değildir.
• Senede Karşı Senetle ispat Mükellefiyetine ilişkin Yargıtay Kararı;
“Harici satış sözleşmesiyle satın aldığı araç elindeyken haczedilen alıcının, harici satış sözleşmesinde satıcı görünen ancak gerçekte şahit olduğunu iddia eden kişiye karşı açtığı satış bedelinin iadesi davasında, imzası ikrar edilmiş adi senet kesin delil hükmündedir. Bu delile karşı da kesin delil gösterilmesi gerekir.”
• Yazılı Bir Delil Başlangıcı Varsa Tanık Dinletilebileceğine ilişkin Yargıtay Kararı;
“Senetle ispatı gereken hususlarda yazılı bir delil başlangıcı varsa tanık dinletilebilir. Yazılı delil başlangıcı, iddianın tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, iddianın gerçekliğini gösteren ve aleyhine ibraz edilmiş olan tarafın elinden çıkmış ( sadır olmuş ) belgelerdir. Bunun için ortada yazılı belge bulunmalı ve aleyhine ileri sürülence verilmiş olmalıdır.
Davacı iddiasını yasal kanıtlarla ispatlayamadığına göre, dava dilekçesinde her türlü yasal kanıta dayanmakla davalıya yemin teklif hakkı hatırlatılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, makbuzu düzenleyenin tanıklığına dayanılarak davanın kabulü isabetsizdir.”
3- YEMİN
Taraflardan birinin, bir vakanın doğru olup olmadığı hakkında Allah‟ı tanık gösterip, namusu ile teyit ederek beyanda bulunmasıdır.
İki çeşit yemin vardır: 1- Taraf yemini 2- Hakim tarafından teklif olunan yemin
a- Taraf yemini (HUMK. md. 344 – 354)
Davanın çözümlenmesine etkisi olan bir davanın ispatı için ispat yükü kendisine düşen tarafın diğer tarafa teklif ettiği yemine taraf yemini (kesin yemin) denir.
Dava diğer delilleri ile birlikte yemin teklifinde de bulunulması halinde ilk önce diğer deliller incelenir. Bunlar ile iddia ispat edilirse yemin teklifine gerek kalmaz. Kesin delille ispatı zorunlu olan bir vaka (HUMK. md. 288-290) kesin deliller ile ispat edilemezse ispat yükü kendisine düşen taraf takdiri delil (Örneğin, tanık) gösteremez. Sadece karşı tarafa bir yemin teklif etme hakkına sahiptir. Hukuki sebepler yemin konusu olamaz. Kendiliğinden harekete geçme ve araştırma ilkeleri uygulanan davalarda yemin teklif edilemez. (HUMK. md. 346)
b-Hakim Tarafından Teklif Olunan Yemin
Hakim, bir davada gösterilen bütün takdiri delillerin incelenmesi sonucunda, dava konusu olay hakkında tam bir kanaate varamazsa, taraflardan birine vereceği yemin ile bu kanaatini kuvvetlendirdikten sonra hükmünü verebilir. (HUMK. md. 355)
Bu yemin hakimin kanaatini tamamladığı için “tamamlayıcı yemin” de denir.
Hakim tarafından teklif olunan yemin ancak yargılamanın sonunda teklif olunabilir.
Kendisine ispat yükü düşen taraf hakim tarafından teklif olunan yemini kabul ederek yemin ederse hakim bu yemin ile bağlıdır; yani yemin konusu vaka mevcut sayılır.
• Hakimin Yanlara Yemin Teklifini Hatırlatmasına ilişkin Yargıtay Kararı;
“Hakimin yanlara yemin teklifini hatırlatabilmesi için iddia olunan konunun kesin kanıtlarla kanıtlanamamış olması veya gösterilen kanıtların hüküm verilebilecek derecede kanaat oluşturmaması gerekir. Yazılı bir kanıt gösteremeyen davalının da yemin teklif etmeye hakkı vardır. Bu kat’i yemini mahkemenin hatırlatma mecburiyeti bulunmamaktadır.”
Yargıtay’ın yerleşmiş Kararlarında; dava dilekçesinde veya cevap dilekçesinde “sair deliller”, ” her türlü deliller” veya ” kanuni deliller” gibi genel bir deyim kullanılmış ise, mahkemenin yemin deliline de dayanıldığının kabulü ile ispat yükü kendisine düşen tarafa yemin teklif etme hakkını hatırlatması gerektiği hususu açıkça vurgulanmaktadır.
• Sair Deliller Kavramına ilişkin Yargıtay Kararı;
(YHGK. E. 1976/497, K. 1976/2564, 29.9.1976 ) ( YHGK. E. 1960/88, K. 1960/65, 28.12.1960)
“Davacı dilekçesinde delileri arasında yeminden açıkça bahsetmemiş olsa da dava dilekçesinde “vs. deliller” ifadesini kullanmışsa, bu vs. içinde yemin delilinin de mevcut olduğu kabul edileceğinden, hakimin davasını ispat edemeyen davacıya karşı tarafa yemin teklif etme hakkını hatırlatması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekir.”
4-KESİN HÜKÜM
Kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir biçimde çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararı vardır. Çünkü kişiler, aralarındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık, bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur. Çünkü Devlet, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık (dava) ile, sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemez.
Kesin hüküm, hem kişiler, hem de devlet için hukuksal durumda istikrar sağlar. Hukuksal güvenlik ve yargı erkine güven, kesin hüküm kurumu ile sağlanır.
Kesin hüküm ikiye ayrılır. Bunlar şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hükümdür.
şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Şekli anlamda kesin hükmün amacı, davanın sona erdirilmesine hizmet etmektir. Bir son karar, şekli anlamda kesinleşince, yanların o davada izledikleri amaç gerçekleşmiş olur.
Yasa yolu açık olan bir karar, yasa yoluna başvurma süresi geçmekle de kesinleşir. Öte yandan, temyiz yolu açık olan bir karar temyiz edilip sonuçta onanmış ve karar düzeltme süresi geçirilmişse, ya da karar düzeltme istemi de reddedilmişse, veyahut yasa yoluna başvurmaktan feragat edilmişse verilen hüküm şekli anlamda kesinleşir.
Bir hüküm bir kere şekli anlamda kesinleşirse, artık bu hükme karşı, olağan yasa yollarına başvurulamaz. Bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir.
Diğer yandan, maddi anlamda kesin hüküm, yargısal kararlara tanınan hukuksal gerçeklik niteliğidir. Maddi anlamda kesin hüküm sayesinde, mahkeme kararlarına güven duyulması ve bu kararların uygulanması, yanlar arasındaki uyuşmazlığın bütün bir gelecek için son bulması, çelişik kararlar verilmesine engel olunması, toplumsal yaşam için zorunlu olan hukuksal istikrarın sağlanması amaçlanır.
Kesin hükmün amacına ilişkin Yargıtay Kararı;
“Kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir biçimde çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararı vardır. Çünkü kişiler, aralarındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık, bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur. Çünkü Devlet, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık ile, sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemez. Kesin hüküm, hem kişiler, hem de devlet için hukuksal durumda istikrar sağlar. Hukuksal güvenlik ve yargı erkine güven, kesin hüküm kurumu ile sağlanır.”(1086 s. HUMK. m. 237)70
Maddi anlamda kesin hükmün koşulları HUMK. m.237’de açıklanmıştır. Bunlar; dava konularının (müddeabihlerinin), dava nedenlerini ve yanlarının aynı olmasıdır. Yargıtay Kararlarıda bu yöndedir;
“Bir davada kesin hükümden söz edebilmek için dava konusu yapılmış olan hak, davanın taraflarının ve sebeplerinin aynı olması gerekir.”(1086 s. HUMK. m. 237)
• Kesin Hükmün Koşulları ve Bağlayıcılığına ilişkin Yargıtay kararı;
1 ) Maddi anlamda kesin hükmün koşulları dava konularının ( müddeabihlerinin ), dava nedenlerini ve yanlarının aynı olmasıdır.
Birden fazla kişi aynı davayı açma yetkisine sahip iseler, bunların birinin açtığı davada verilen kararın, diğerinin açtığı davada kesin hüküm oluşturmazsa da, güçlü delil oluşturacağı belirgindir.
Kesin hüküm, yanların cüzi ve külli haleflerini ve tüm yargısal organları bağlar.
Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemece yargılamanın her aşamasında kendiliğinden dikkate alınır.
2 ) Kesin delil ise, yanları ve hakimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hakimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır.
Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar, ikrar, senet, yemin ve kesin hükümdür.
3 ) Daha önce Hazine tarafından orman savı ile açılıp, orman olmadığı bilimsel yöntemlerle saptanan yerle ilgili olarak, daha sonra ayrı savla Orman Bakanlığınca dava açılması durumunda, ortada mahkemenin kabulünün aksine, taraf birliği söz konusu olmadığından, bir kesin hükmün varlığından söz edilemezse de, yerin niteliğinin saptanması bakımından yanları bağlayan, güçlü bir delilin varlığı yadsınamaz.”72
• Kesin Hükme ilişkin itirazın Dava Konusuna ilişkin Olduğu ve Dava şartları içerisinde Yargılamanın Her Safhasında İleri Sürülebilmesinin Mümkün Olmasına ilişkin Yargıtay kararı;
“Kesin hüküm itirazı dava konusuna ilişkin dava şartları içerisinde bulunmakla ( HUMK’nun 237.mad. )yargılamanın her safhasında ileri sürülebilmekle, mahkemece davalı Ender Ş. vekilinin kesin hükmün varlığına ilişkin itirazı incelenerek, hasıl olacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekir.”
Yabancı mahkeme kararları ancak aynı taraflar arasında, aynı konuda, aynı dava sebebiyle ve tanınması koşuluyla kesin delil sayılırlar.
• Yabancı Mahkeme Kararlarının Ancak Aynı Taraflar Arasında Aynı Konuda ve Aynı Dava Sebebiyle ve Tanınması Koşuluyla Kesin Delil Sayılmasına ilişkin Yargıtay Kararı ;
“Kural olarak, yabancı mahkeme kararı ancak aynı taraflar arasında aynı konuda ve aynı dava sebebiyle ve tanınması koşuluyla kesin delil sayılır. Tanınmamış bir karara dayanarak hüküm kurulamaz. Söz konusu davalardaki taraflar aynı olmadığı gibi davalar arasında konu birliği de yoktur. Kaldı ki yabancı mahkemece henüz verilmiş bir karar da yoktur. Öte yandan yabancı mahkemedeki derdest bir dava, Türk mahkemesinde delil ve ön mesele olamaz. Açıklanan nedenlerle yerel mahkemenin bu yönden direnme kararı vermesi doğrudur.”
• Yabancı Mahkeme Kararlarının Takdiri Delil Olmasına ilişkin Karar;
“Yabancı mahkeme ilamının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi yabancı ilamın tenfiz şartlarını taşıdığını mahkemece tespitine bağlıdır. Davacının istemi haksız fiilden doğan alacağın tahsiline ilişkin olduğuna göre bu bir eda davasıdır. Eda davası ne tenfiz ne tanımadır. Eda davasında davacı tanınmamış ve tenfizi istenmemiş yabancı mahkeme ilamına takdiri delil olarak dayanabilir. Usul Yasasında açıklandığı şekilde bu tür delil diğer delillerle birlikte takdir edilir ve değerlendirilir. Dava konusu olayda da davacı, yabancı mahkeme ilamına takdiri delil olarak dayandığından, işin esasına girilerek hasıl olacak sonuç dairesinde bir karar verilmelidir.”(2675 s. MÖHUK. m. 38, 42) (1086 s. HUMK. m. 242)75
“İlkin belirtelim ki, yabancı mahkemelerden verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilamların Türkiye´de icra olunabilmesi yetkili Türk Mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır.
Eda davasında davacı tanınmamış ve tenfizi istenmemiş yabancı mahkeme ilamına takdiri delil olarak dayanabilir. Usul Yasasında açıklandığı şekilde bu tür delil diğer delillerle birlikte takdir edilir ve değerlendirilir.”(HUMK.nun md. 242).
B) TAKDİRİ DELİLLER
Takdiri deliller dört çeşittir. Tanık, bilirkişi, keşif ve özel hüküm sebepleri.
1- TANIK (HUMK. md. 245 vd.)
Tanıklık, üçüncü kişilerin dava ile ilgili bir vaka hakkında, dava dışında bizzat edinmiş oldukları bilgiyi mahkemeye bildirmeleridir. Tanıklık yapan kişiye “tanık” denir.
Senetle ispatı gereken hususlarda (m.288, m.290) bu husus (m.288 veya m.290 hükmü) hatırlatılarak, karşı tarafın açık muvafakati halinde tanık dinlenebilir (m.289). Bu halde, aslında senetle ispatı gereken bir hususun tanıkla ispat edilebileceği hakkında, mahkeme önünde (sözlü olarak) bir yapılmış olur.
HUMK.’nın 293 maddesinde sıralanan 5 halde de bir iddianın şahitle ispatı mümkündür.
1) Usul ve füru, birader ve hemşire veya karı koca ve kayınbirader ve valide ile damat ve gelin arası muameleler
2) Cürümden mütevellit olsun olmasın tazminatı müstelzim fiiller
3) Yangın veya kazayı bahrı veya düşman istilası gibi senet alınması gayri mümkün veya fevkalade müşkül hallerde yapılan muameleler
4) Halin icabına ve iki tarafın vaziyetlerine nazaran senede raptı müteamel olmayan muameleler
5) Akitlerde hata,hile,ikrah,gabin ve cebir vukuu.
Bir taraf aslında senetle ispat edilmesi gereken bir hukuki işlemi tanık ile ispat etmek isterse, hakim kanuna (m.288 veya m.290 hükmüne) göre bu hukuki işlemin senet (kesin delil) ile ispat edilmesi gerektiğini (tanıkla ispat edilemeyeceğini), ancak muvafakat ederse tanık dinlenebileceğini karşı tarafa hatırlatır ve karşı taraftan tanık dinlenmesine muvafakat edip etmediğini sorar (m.289).
HUMK. m. 289’da açıkça yazılı olduğu gibi, hakim, tanıkla ispat edilmek istenen hukuki işlemin kanuna (m.288 veya m.290 hükmüne) göre senetle ispat edilmesi gerektiğini, ancak muvafakat ederse tanık dinlenebileceğini karşı tarafa hatırlatmak zorundadır. Aksi halde, diğer iki şart (karşı tarafın muvafakati ve bunun tutanağa geçirilerek karşı tarafa okunup imza ettirilmesi) tamam olsa bile, taraflar arasında tanık dinlenmesine ilişkin bir delil sözleşmesi yapılmış olmaz ve aslında senetle ispatı gereken o hukuki işlem hakkında tanık dinlenmez.
• Davacının Açık Muvafakatı Olmadan Senede Dayalı Alacak Davasında Tanık Dinlenilmesi ve Tanık Sözlerine Dayanılarak Hüküm Tesis Edilmesinin Yasaya Aykırı Olmasına ilişkin Yargıtay Kararı;
“Senede dayalı alacak davasında, davacının açık muvafakatı olmadan tanık dinlenilmesi ve tanık sözlerine dayanılarak hüküm tesis edilmesi yasaya aykırıdır.”77
Somut olayda, tanık dinletmek isteyen davalının hasmı durumunda olan davacıya HUMK.nun 287 ve 288 maddeleri hükümlerine göre (bu olayda tanık dinlenmesi mümkün değildir. Ancak siz tanık dilenmesine muvafakat ederseniz o zaman bu olayda tanık dinlenebilir. Aksi halde yazılı delil ibraz etmeniz gerekir) şeklinde açıkça kanun hükümleri hatırlatılmamış ve bu hatırlatma hususu zapta geçirilmemiştir. Sadece 20.5.2003 tarihli oturumda taraf vekilleri “tanık dinletilmesine muvafakat ediyoruz” şeklinde beyanda bulunmuşlardır. Bu beyanlar, HUMK.nun 289. maddesine uygun bir beyan olarak kabul edilemez.
Hukuk davalarında olduğu gibi ticari davalarda da taraflardan biri diğer tarafa “esas davasının halline müessir olan bir fiilin ispatı” için kat’i yemin teklif edebilir.(HUMK.344)78
Bir iddianın yazılı delille ispatı gerektiği halde elinde yazılı delili bulunmayan tarafın hasmın “dava evrakında veya hakim huzurunda sebkeden ikrarı”na (HUMK.Md.236) dayanması mümkündür. Taraflardan birinin elinde yazılı deli bulunduğu takdirde karşı taraf iddiasını ancak yazılı delille ispat edebilir.
İddia ve savunmanın ancak yazılı delille ispatı ancak (HUMK md.287-291) zorunlu olduğu hallerde, mahkeme , hiç bir suretle şahitlerin şahitliğine istinaden ,hüküm tesisi cihetine gidemez.
Tanık delili takdiri delillerdendir. Zayıf bir beyinedir. Bundan dolayı tanık delili küçük meblağlarda ve senede bağlanması imkansız olan hukuki işlemler ve hukuki fiillerde kabul edilmiştir. Bu nedenden olacak ki tanıkların dinlenmesi kanunda teferruatlı olarak düzenlenmiştir. Kural olarak herkes (Türk yargısına tabi olmak şartı ile) tanıklık etmek zorundadır. Bu zorunluluk tanık olarak yapılan davet üzerine mahkemeye gelmeyi tanıklık etmeyi kapsar (HUMK. md. 253 ve 271). Tanığı göstermiş olan taraf onun çekinme beyanını kabul etmezse hakim iki tarafı dinleyip tanığın çekinme isteği hakkında karar verir. Tanıklar Tebligat Kanununa göre tebliğ olunacak davetiye ile mahkemeye çağrılır (HUMK. md. 258).
Tanıktan dinlenme esnasında öncelikle hüviyeti iki taraf ile akrabalığı, derecesi tanıklığa itimadı kaldıracak ilgi ve alakaları sorulur (HUMK. 260). Tanıklar ayrı ayrı dinlenir icabında yüzleştirme yapılır (HUMK. md. 265). İki taraftan her biri tanıklığın tavzihi ve ikmal için lazım olan yeni sualler sorabilir (HUMK. 267). Kural olarak tanık bildiğini şifahen söyler. Yazılı notlar kullanması memnudur (HUMK. 269). Tanıklığın mecburi olduğu hallerde cevaptan veya yeminden imtina eden tanık derhal cezalandırılır (HUMK. 271). Hakim tanıklık sırasında tanığın yalan söylediği veya menfaat temin ederek tanıklık ettiği yönünde kuvvetli delil ve emare elde ederse durumu Cumhuriyet Savcısına ihbar ile tutuklar (HUMK. 273). Yalan yere tanıklık Türk Ceza Kanununun 186. maddesindeki suçu oluşturduğu gibi muhakemenin iadesi sebebini oluşturur (HUMK. 445/4). Bütün bunlar için hakim tanıkları bizzat dinler (HUMK. md. 266). Bu hükmün istisnası olarak tanık davaya bakan mahkemeye (HUMK. 255) veya bulunduğu yer mahkemesine (HUMK. 257) gelemeyecek kimselerden ise o zaman hakim tanığı ikametgahında dinler (HUMK. 255).
Yabancı bir ülkede bulunan tanık da istinabe yolu ile dinlenir (HUMK. 257). Ülkemiz bir çok ülkenin taraf olduğu Hukuk Usulüne dair Lahey Sözleşmesine katıldığı gibi bir çok ilke ile de ikili adli yardım sözleşmesi yapmıştır. Hukuk Usulüne dair Lahey Sözleşmesine dair yargıtay kararı;
Tanıkların yetkili adli mercilerce istinabe suretiyle alınmayan ifadeleri hükme esas olamaz. Davada delillerin toplanması Medeni Usul Yasası hükümleri ile düzenlenmiştir. Usul Yasası Kamu düzeni ile ilgili olduğu için bu yasadaki hükümlerin hakim tarafından kendiliğinden gözetilmesi gerekir. Yabancı bir ülkede bulunan tanıkların yasaya uygun olarak tespit edilmeyen beyanlarına değer verilmez.(1086 s. HUMK. m. 250, 253, 257, 258, 260, 265, 267, 270, 271)80
2- BİLİRKİŞİ (HUMK. md. 275 vd.)
Bilirkişi görüşüne başvurulan vaka hakkında özel ve teknik bilgisine dayanarak inceleme yapar ve vardığı sonuçları mahkemeye bildirir. Bilirkişiye başvurulmasına gerek olup olmadığına hakim karar verir. (HUMK. md. 275)
Bilirkişi seçiminde son söz hakimindir. (HUMK. md. 276)
Bilirkişilik özel ve teknik bilgiyi gerektirdiği için herkes bilirkişi olamaz ve bu nedenle herkes bilirkişiliği kabul etmeye zorlanamaz.
Bilirkişi incelemesi yapılmasını taraflardan birinin talebi ile veya hakim kendiliğinden karar verebilir.
Hakim bilirkişi raporunu serbestçe takdir eder. Hakim bilirkişi raporunu yeter derecede kanaat verici bulmazsa, bilirkişiden ek rapor isteyebilir veya yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırabilir.
Bilirkişi ücretinin miktarı hakim tarafından belirlenir.
• Kusur Oranlarının Tespiti için Uzman Bilirkii Kurulundan Rapor Alınması Zorunluluğuna ilişkin Yargıtay Kararı;
“Mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez. Gerçeğin ortaya çıkması için, hakim gerekli görürse, ilk bilirkişi raporunu yeterli bulmadığı takdirde, yeniden atayacağı bilirkişiler aracılığıyla araştırma yaptırabilir. Likit gaz patlamalarından doğan tazminat davalarında, bir makine mühendisi, bir petrol mühendisi ya da likit uzmanı ve bir sigortacıdan oluşan bilirkişi kurulunca kusur tespiti yapılması gerekir.
Ehlivukuf, iki taraf ittifak edemedikleri halde tahkikat hâkimi tarafından intihap olunur.
Mesaili mahsusa da rey ve mütalâalarını beyan etmek için Hükümet tarafından müntahap ehlivukuf varsa ehlivukufun bunlar arasından intihabı lazımdır.
Yalnız bir kişi ehlivukuf intihap edilebilir. Üçten ziyade intihap olunamaz.
Hâkim lüzum görürse ehlivukufu beyan ettikleri veya edecekleri rey ve mütalâanın bitarafane olduğuna veya olacağına dair tahlif edebilir”.82
• Hakimin Bir Kez Bilirkişiye Gittikten Sonra Bundan Dönerek Uyuşmazlığı Hukuki ve Mesleki Bilgi ile Çözümleyemeyeceği/Yeni Ya da Ek Bilirkişi Raporu Alınması Gereğine ilişkin Yargıtay Kararı;
“Hakimin bir kez bilirkişiye gittikten sonra bundan dönerek uyuşmazlığın çözümünün hakimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki ve mesleki bilgi ile çözümlenebileceği kabul edilemez. Kaldı ki, rayiç değer tespiti, teknik bir konu olup, bilirkişinin rey ve mütalaasına başvurulmasını zorunlu kılar niteliktedir.
Bu durumda mahkemece, alınan rapora vaki itirazı değerlendiren, denetime elverişli, yeni ya da ek bilirkişi raporu alınmak suretiyle hasıl olacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekir.”
• Mahkemenin Kendi Görüşünü Belirlemesi ve Gerek Görürse Bilirkişiden Görüş Almasına ilişkin Yargıtay Kararı;
“Hukuksal uyuşmazlıkların çözümü bizzat mahkemelerce yapılmalıdır. Bunlar hakkında mahkeme önce kendi görüşünü belirlemeli, gerek görür ise çözümünü istediği hususlar ile teknik hesaplamalar hakkında bilirkişiden görüş almalıdır.”
3-KEŞİF (HUMK. md. 363 vd.)
Hakimin dava konusu şeyi inceleyerek onun hakkında bütün duyuları ile bilgi edinmesine “keşif” denir. HUMK sadece gayrimenkullerin hakim tarfından yerinde görüp incelenmesine keşif demektedir. (HUMK. md. 363)
Keşif davaya bakan hakim tarafından yapılır. Hakimin keşif yerine gitmeden dosyayı bilirkişiye veya zabıt katibine vermek suretiyle keşif yaptırması mümkün değildir. Zabıt katibinin de keşifte hazır bulunması zorunludur.
Keşif günü ve saati keşif kararında yazılı olması gerekir. Resmi çalışma saatleri dışında resmi tatil günlerinde ve adil tatil sırasında da keşif yapılabilir. Keşifte tanık dinlenebilir. (HUMK. md. 365)
Tanıkların gösterme suretiyle dinlenmesi gerçeği daha iyi aydınlatacağından gayrimenkule ilişkin keşiflerde tanıkların keşif yerinde dinlenmesi gerekir (HUMK. md. 259)
Keşif ekseriya özel ve teknik bilgiyi gerektiren bir iş olduğundan hakim keşif sırasında bilirkişi incelemesi yaptırabilir. (HUMK. md. 365)
Keşif bitince keşifte yapılan işlemleri içeren bir tutanak düzenlenir. Buna “keşif tutanağı” denir.
Keşif sonunda edindiği bilgileri hakim serbestçe takdir eder. 85
4-ÖZEL HÜKÜM SEBEPLERİ (HUMK. md. 367)
Özel hüküm sebepleri olarak nitelendirilmiş olan haller gayrimenkul dışındaki şeyler üzerindeki keşif halleridir. Hakimin gayrimenkul dışındaki şeyleri duyuları vasıtasıyla doğrudan doğruya muayene etmesi, yoklaması, tatması, koklaması ve dinlemesi suretiyle elde edebileceği bilgiler özel hüküm sebepleridir. Hakim bu amaçla bilirkişinin yardımına da başvurabilir.
Örneğin, hakim dava için önemli olan menkul malların muayenesini kendi yapabileceği gibi bunu bilirkişiye de yaptırabilir. Hakimin bu muayeneyi kendisi yapması HUMK. md. 367 anlamında takdiri delildir.86
TĠCARET HUKUKUNA ÖZGÜ KANITLAR
1-TİCARİ DEFTERLER
Ticaret Kanunu tacire ticari defterleri tutma zorunluluğu getirmiştir. Buna göre, her tacir ticari işletmesinin iktisadi ve mali durumunu, borç ve alacak ilişkilerini ve her iş yılı içinde elde edilen sonuçları tespit etmek amacıyla, işletmesinin mahiyet ve öneminin gerektirdiği bütün defterleri ve özellikle ismen belirlenen bazı defterleri Türkçe olarak tutmaya mecburdur. Tacirin birden fazla işletmesi varsa her bir işletme için ayrı defter tutulur. Bir ticari işletmenin adi ortaklık aracılığıyla işletilmesi halinde, ortaklar tacir niteliğine sahip olduklarından, her bir ortağın ayrı ayrı defter tutması gerekir.
TTK.14/2‟ye bir ticari işletme kurup açtığını, sirküler, gazete, radyo ve diğer ilan vasıtalarıyla halka bildirmiş veya işletmesini ticaret siciline kaydettirerek durumu ilan etmiş olan kişi, fiilen işletmeye başlanmamış olsa bile tacir sayılır. Tacir sayılan kişinin de, tacir sıfatına bağlanan sonuçlara katlanması gerekir.
Bir ticari işletme açmış gibi işlemlerde bulunan ve iyiniyetli üçüncü kişilere karşı tacir gibi sorumlu olanlar da defter tutmakla yükümlüdür. Zira tacir gibi sorumlu olan kişi tacir olmanın külfetlerine katlanır, nimetlerinden yararlanamaz.
Esnaflar, ticari defter tutma yükümüne tabi değildir.
Tacirlerin defter tutma yükümlülüğü, tacirin gerçek veya tüzel kişi olması, işletmesinin nitelik ve niceliği bakımlarından farklıdır.
Gerçek kişi tacirlerin tutacakları defterler, tutulması kanunen zorunlu defterler ve ihtiyari defterler olarak iki gruba ayrılırlar.
İşletmelerinin mahiyet ve öneminin gerektirdiği zorunlu tüm defterler şunlardır:
l. Kanunda ismen sayılan (onamaya tabi) defterler: Bu defterler yevmiye, kebir ve envanter defterleridir. Bunların açılış ve kapanış onamalarının noterce yapılması zorunludur.
2. Kanunen ismen sayılmayan (beyana tabi) defterler: Bu şekilde tutulması zorunlu beyana tabi defterler, işletmenin nitelik ve niceliğine göre farklı olabilir. Onamaya tabi defterlerin yanında hangi defterlerin beyana tabi defter olarak tutulacağını tacirin kendisi takdir eder. Örnek olarak stok ve sevkiyat veya üretim defteri sayılabilir.
• Çamur Defterin Sahibi Aleyhine Delil Olmasına İlişkin Yargıtay Kararı;
“Çamur defter” denilen yardımcı defter sahibi aleyhine delil oluşturabilir.
3. Özel hükümlere göre tutulması zorunlu defterler: Örneğin, TK.lll uyarınca tellal günlük defteri.
4. Saklanması gerekli belgeler: Tacirler ticari işletmeleri ile ilgili belge ve yazışmaları saklamakla yükümlüdürler.
Bunlar dışında tacir dilerse, işletmesinin mahiyet ve öneminin gerektirmediği defterleri de tutabilir. Bu defterlerdeki kayıtların kendi lehine delil olmasını istiyorsa, tacir bunları da sicil memuruna yıl başında beyanname ile beyan etmelidir.
Eğer bir gerçek kişi tacirin ticari işletmesinin nitelik ve önemi yevmiye defteri, defteri kebir ve envanter defterinin tutulmasına elverişli değilse, diğer bir deyişle tacirin işleri dar kapsamlı ise bu üç defter yerine tacir sadece işletme defteri tutabilir.
A)Yevmiye Defteri (Günlük Defter) :
Yevmiye defteri, kayda geçirilmesi gereken işlemleri belgelerden çıkararak tarih sırasıyla ve maddeler halinde tertipli olarak yazmaya mahsus defterdir.(TTK.70/1).
Kayda geçirilmesi gereken işlemler tacirin ,ticari işletmesi dolayısıyla malvarlığında meydana gelen ve mal, para veya senet verilmesi gibi kıymet hareketlerini gerektiren işlemlerdir. Ör: tacirin ticari işletmesiyle ilgili bir satım sözleşmesi dolayısıyla malın alıcıya teslim edildiğinin ve alıcı tarafından da mal bedelinin ödendiğinin, yevmiye defterine geçirilmesi gerekir. Henüz ifa edilmemiş sözleşmelerin deftere kaydı gerekmez.
Yevmiye defteri kayıtlarının belgelere dayanması ve defterde, kaydı dayandığı belgelerin tür, tarih ve numarasının gösterilmesi lazımdır.(TTK.70/2, 6)
Yevmiye defterine geçirilecek kayıtlar, haklı bir neden olmadıkça, on günden fazla geciktirilemez.(TTK. 70/4)
Yevmiye defteri, kullanılmadan önce notere tasdik ettirilir (TTK.69/1).Yevmiye defterinin, ayrıca her yıl ocak ayının sonuna kadar notere ibraz edilip son kaydın altına noter tarafından “görülmüştür” şerhinin konularak mühür ve imza ile tasdik olunması da gerekir(TTK.70/5).
Süresi içinde kayıt yapılmaz veya yukarıda sözü edilen tasdik işlemleri yerine getirilmezse, ilgili ticari defter “kanuna uygun şekilde tutulmuş” sayılmaz(TTK.85).
Yevmiye maddelerinin en az aşağıdaki bilgileri içermesi şarttır.
1-Madde sıra numarası
2-Tarih
3-Borçlu hesap
4-Alacaklı hesap
5-Meblağ
6-Her kaydın dayandığı belgelerin türü ve varsa tarih ve numaraları
B)Defteri Kebir :
Defteri kebir, yevmiye defterine geçirilmiş olan işlemleri buradan alarak sistemli bir şekilde hesaplara dağıtan ve tasnifli olarak bu hesaplarda toplanan defterlerdir.(TTK 71/1). Daha açık bir anlatımla defteri kebir, tarih sırasına göre yevmiye defterine kaydedilen işlemlerin, hesap türüne göre (borçlular hesabı, alacaklılar hesabı, kasa hesabı, mal hesabı, banka hesabı gibi) işlendiği defterdir.
Defteri kebir de, kullanılmadan önce notere tasdik ettirilir (TTK.69/1). Ancak yevmiye defterinin aksine defteri kebirin, her yıl ocak ayının sonuna kadar notere ibraz edilip tasdik olunmasına gerek yoktur.
Defteri kebir kayıtlarının dayanağını teşkil eden yevmiye defterinin kapanış tasdikinin olması yeterlidir.
Defteri kebirdeki kayıtların en az aşağıdaki bilgileri içermesi gerekir.
1-Tarih
2-Yevmiye defteri madde numarası
3-Meblağ
4-Toplu hesaplarda yardımcı nihai hesapların isimleri
C)Envanter Defteri :
Envanter defterine, işletmenin açılış tarihinde ve bunu takiben her iş yılı sonunda çıkarılan envanter ve bilançolar kaydolunur(TTK 72/1).
Envanter çıkarmak; saymak, ölçmek, tartmak ve değerlendirmek suretiyle bilanço günündeki mevcutları, alacakları borçları kesin ve ayrıntılı şekilde saptamaktadır (TTK 73/1). İşletmenin ekonomik ve mali durumu hakkında mümkün olduğu kadar doğru fikir verebilmesi için envanter ve bilançonun tacari esaslar gereğince eksiksiz, açık ve kolay anlaşılır bir şekilde ülke parasına göre düzenlenmesi gerekir (TTK.75/1). Aktifler en çok bilanço gününde işletme için ifade ettikleri değer üzerinden kaydolunur. Borsada kote edilen emtia ve kıymetler, o günün borsa rayiçine göre, alacaklar, tahsil edilemeyen veya ihtilaflı bulunanlar dışında, itibari değerleri üzerinden hesap edilir(TTK.75/2). Pasifler de, itibari değerleri üzerinden hesaba geçilir (TTK.75/3). Envanter esas itibariyle defter üzerine çıkarılır (TTK 73/3).
Bilanço ise, envanterde gösterilen kıymetlerin tasnifli ve karşılıklı olarak değerleri itibariyle düzenlenmiş özetidir (TTK.74/1). Bilançonun aktif tablosunda, mevcutlarla alacaklar ve varsa zarar, pasif tablosunda ise borçlar gösterilir(TTK.74/2). Aktif toplamı ve borçlar arsındaki fark tacirin işletmeye tahsis ettiği ana sermayeyi oluşturur. Ana sermaye pasif tablosuna kaydolunmak suretiyle aktif ve pasif tablolarının toplamları denkleştirilir(TTK 74/3).
Envanter defterine geçirilen envanter ve bilanço, gerçek kişi tacir tarafından imzalanır ve notere ibraz olunur (TTK.72/4) . Noter envanter ve bilançonun bulunduğu son kaydın altına “görülmüştür” ibaresini koyarak tasdik eder (TTK74/4, 70/5). Envanter defterinin kullanılmadan önce notere ibraz olunup tasdik olunmasıda lazımdır (TTK 69/1).
D)İşletme Defteri :
Eğer bir gerçek kişi tacir tarafından işletilen işletmenin nitelik veya önemi, yukarıda sayılan üç defterin tutulmaına müsait değilse, başka bir değişle, tacirin işleri nispeten dar kapsamlı ise tacir, yevmiye defteri, defteri kebir ve envanter defteri yerine sadece işletme defteri tutmakla yetinebilir (TTK 66/1,3).
İşletme defterinin sol tarafına giderler, sağ tarafına gelirler yazılır. (TTK.76/1). İşletme defteri tutan gerçek kişi tacirler, her iş yılı sonunda bilanço yerine işletme hesabı hulasası çıkararak, işletme defterine geçirirler (TTK.76/2).
İşletme defteri de kullanılmaya başlanılmadan önce noter tarafından tasdik olunur (TTK69/1). TTK’da işletme defterinin kapanış tasdikine tabi olduğu yolunda bir hüküm yer almamıştır.
E)Karar defteri :
Tüzel kişi tacir olan kişiler tarafından tutulan karar defterine, genel kurul veya ortaklar kurulu ve yönetim kurulu kararları yazılır. Bu defter de kullanılmaya başlanmadan önce notere tasdik ettirilir.
Defterlerin son kayıt tarihinden, belgelerin ise üzerindeki tarihten itibaren 10 yıl süre ile saklanması zorunludur.
Bir tacirin defter tutma yükümlülüğünü yerine getirmeye yetkili kıldığı kimsenin bu defterlere geçirdiği kayıtlar, o tacirin kendisi tarafından tutulmuş kayıtlar hükmündedir. Ticari defterlerin kısmen veya tamamen mevcut olmamasından, yahut kanuna uygun şekilde tutulmamasından veyahut saklanması mecburi olan defter ve kayıtların gereği gibi saklanmamasından doğan sorumluluk doğrudan doğruya işletme sahibine ve tüzel kişilerde idare organının üyelerine veya idare işlerine yetkili olan kimselere ve tüzel kişiliği olmayan ticari işletme ve teşekküllerde onları idareye yetkili olan kimselere aittir. Bunlar, kusuru memur ve müsdahdemlerine yükleterek sorumluluktan kurtulamazlar.
Hakimler, noterler, sicil memurları ve diğer memurlar resmi işlemler dolayısıyla bir tacirin defter tutma yükümlülüğüne aykırı hareket ettiğini öğrenince durumu savcılığa bildirmeye mecburdurlar.
Ticari defterlerin teslim ve ibraz edilmesi :
Ticari defterlerin teslim edilmesi ile ibraz edilmesi iki ayrı anlamı olan işlemdir.
Eğer ticari defterlerin her tarafı incelenecekse o takdirde defterlerin teslimi söz konusudur. Teslim de ancak belirli hallerde yapılabilir. Bu haller miras, ortaklık ve iflasdır. Ticari defterler ile, saklanması mecburi olan diğer kağıtların teslimi, miras, ortaklık ve iflas işlerinde istenebilir ve teslim halinde defter, hesap ve kağıtların her tarafı gerek mahkeme ve gerek ilgililer tarafından incelenebilir.
İbraz halinde defterlerin her tarafı değil, sadece uyuşmazlık konusu işle ilgili kayıt ve belgeler incelenebilir. Yargılama sırasında haklı bir çıkarın varlığı ispat olunur ve mahkeme ibraz edilmesini zorunlu görürse, uyuşmazlık konusu işe ilişkin kayıtların sureti çıkarılmak veya bilirkişiye inceleme yaptırılmak üzere mahkeme kendiliğinden veya taraflardan birinin talebi üzerine bunların birine veya her ikisine ait defterler ile saklanması mecburi olan kağıtların ibraz edilmesini emredebilir. Eğer ibrazına karar verilen defter veya belgeler, ibraz kararını veren mahkemenin yargı çevresi dışında bulunuyorsa ve de bunların taşınmaları güçlük arzediyorsa, o takdirde bu defterlerin kanuna uygun olarak tutulup tutulmadıklarının ve bunların ibrazını gerekli kılan hal ve durumun bilirkişi aracılığı ile incelenerek sonucu gösterir bir zabıt varakası tutulması ve rapor alınması ve lüzumuna göre suretlerinin çıkarılıp gönderilmesi ticari defter ve belgelerin bulunduğu yerde ticari davalara bakmakla yükümlü olan mahkemeden istenebilir.
• Her iki Tarafın Defterlerinin Uzman Bilirkişilerce incelenmesine ilişkin Yargıtay kararı;
Mahkemece re’sen, her iki tarafın defterleri de istenerek, uzman bilirkişilerce, bunların usulüne uygun olup olmadığının ve dolayısıyla sahibi lehine veya aleyhine delil olup olmayacağının saptanmasından sonra karar verilmesi gerekirken sadece davacı tarafın defterlerine bakılarak karar verilmesi yanlıştır. 88
Ticaret hukuku açısından ticari defterler tacirler arasındaki davalarda delil olarak kullanılabilir.
Ticari Defterlerin Sahibi Aleyhine Delil Olması: Bir davada ispat yükü kendisine düşen taraf, iddiasını kanıtlamak için diğer tarafın tuttuğu defterlere dayanabilir. Taraflardan biri iddiasını sadece karşı tarafın defterleriyle ispat etmek istediğini beyan ederse, mahkeme karşı tarafa ticari defterlerini mahkemeye ibraz etmesi için süre verir.
Karşı taraf, ticari defterlerini ibraz etmezse mahkeme defterlerin ibrazını istemiş olan tarafa iddiasının doğruluğu hakkında yemin verir. Kendisine yemin verilen taraf yemini kabul ederek yemin ederse, iddiasını kanıtlamış olur.
Defterlerini ibraz etmesi istenen taraf, defterlerini ibraz ederse;
1. İbraz edilen defterlerde, ileri sürülen iddia hakkında hiç bir kayıt yer almamışsa iddia ispat edilememiş sayılır. Başka kanıt da getirilemez ve dava reddolunur.
2. İbraz edilen defterlerde sadece defter sahibinin aleyhine kayıt varsa, bu kayıt defter sahibi aleyhine kesin delil oluşturur. Defter sahibi bundan sonra kendi defterlerinde yer alan kayıtların aksini ancak başka bir kesin kanıtla, örneğin borcunu ödemiş olduğunu karşı taraftan aldığı bir makbuzla ispat edebilir.
Tacir tutmak zorunda olduğu bütün defterleri tutmamış, tasdik ettirmemiş veya beyanname verme yükümünü yerine getirmemiş olsa bile tuttuğu defterlerdeki kayıtlar aleyhine delil olarak kullanılabilir.
3. İbraz edilen defterlerde, defter sahibinin hem lehine hem aleyhine kayıt varsa ve defterler kanuna uygun şekilde tutulmamışsa defterlerin sahibi lehine olan kayıtları dikkate alınmaz.
Ticari defterlerin sahibi aleyhine delil olarak kullanılabilmesi için, defterlerin kanuna uygun şekilde tutulmuş olmasına ve uyuşmazlığın her iki tarafının da tacir olmasına gerek yoktur.
Ticari Defterlerin Sahibi Lehine Delil Olması: Kanunu ile tacirin tutmuş olduğu defterlerin belli şartlar altında kendi lehine delil oluşturabileceği kabul edilmiştir.
Ticari defterlerin sahibi lehine delil oluşturabilmesi için gerçekleşmesi gereken koşullar şunlardır:
1. Uyuşmazlığın her iki tarafının da uyuşmazlık konusu işin yapıldığı tarihte tacir sıfatına sahip olması gerekir.
2. Uyuşmazlık her iki tarafın da defterlerine geçirmesi gereken bir ticari işten kaynaklamalıdır. Diğer bir deyişle iş her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili olmalıdır.
3. Delil oluşturması istenen defterler kanuna uygun şekilde tutulmuş olmalıdır. Bunun için her şeyden önce zorunlu tüm defterlerin tutulmuş olması gerekir. İşletmenin nitelik ve öneminin gerektirdiği defterler tutulmamışsa, ismen sayılan zorunlu defter kayıtları ancak sahibi aleyhine delil teşkil eder. İşletmenin nitelik ve öneminin gerektirdiği defterler ise ismen gösterilen ve tasdike tabi olan defterlerle beraber delil olarak kabul olunur.
Ayrıca ismen sayılan zorunlu defterler için tasdik işleminin ve diğer zorunlu defterler için de sicil memuruna beyanname verme yükümünün yerine getirilmiş, yevmiye defteri kayıtlarının süresi içinde deftere geçirilmiş, envanter ve bilançonun eksiksiz, açık ve anlaşılır şekilde düzenlenmiş olması gerekir (TTK.69, 70, 72, 75). Uyuşmazlık konusu işle ilgili olarak defterlere geçirilen tüm kayıtların birbirini doğrulaması gerekir.
• Tarafların Defterlerinin Birbirini Teyit Etmemesi Nedeniyle Defterlerin Davalı Lehine Delil Sayılamamasına ilişkin Yargıtay Kararı;
“Tarafların defterleri birbirini teyit etmediğinden, defterler davalı lehine delil sayılamaz.”
5. Karşı tarafın, ileri sürülen iddianın aksini kendi ticari defterleri veya diğer geçerli delillerle ispat edememiş olması gerekir. Karşı tarafın defterlerindeki kayıtlar, iddiasını defterlerine dayanarak ispatlamak isteyen davacı tarafın defter kayıtlarına uygun ise, davacı taraf iddiasını ispat etmiş sayılır. Karşı tarafın defterlerindeki kayıtlar, iddiasını defterlerine dayanarak ispat etmek isteyen tarafın defter kayıtlarına aykırı ise veya defterlerinde bu konuda hiçbir kayıt yer almamışsa iddia defterlerle ispat olunamamış kabul edilir.
Karşı taraf defterlerini ibraz etmezse veya defterlerini hiç ya da usulüne uygun olarak tutmamış olursa iddiasını defterleri ile ispat etmek isteyen tarafın defterleri kendi lehine delil oluşturur. Ancak karşı taraf defterlerdeki kayıtları vesika veya diğer geçerli delillerle çürütebilir.
6. Mahkeme tüm bu şartların gerçekleşmesi halinde, kanaatini güçlendirmek için davacıya, defterlerindeki kaydın doğru olduğuna ve halen davalıda yerine getirilmesi gereken bir hakkı bulunduğuna ilişkin yemin vermek zorundadır. Defter sahibi yeminden kaçınırsa, iddiasını defterleri ile ispat edememiş sayılır.
• Ticari Defterlerin Dayanan Yararına Delil Olarak Kabul Edilebilmesi için Usulüne Uygun Tasdikinin ve Defterdeki Kayıtların Dayanağını OluĢturan Belgelerin Mevcut Olmasına ilişkin Yargıtay Kararı;
“Ticari defterlerin dayanan yararına delil olarak kabul edilebilmesi için TTK.’nun 69. maddesinde öngörülen usule uygun tasdikinin mevcut olması ve ayrıca defterdeki kayıtların dayanağını oluşturan belgelerin de mevcut olması ve TTK.’nun ilgili diğer hükümlerinde aranan öteki koşullarında gerçekleşmiş bulunması şarttır. Bu koşulları taşımayan defterlerin TTK.’nun 82 ve sonraki maddeleri anlamında davacı yararına delil oluşturmasına hukuken olanak yoktur. Bir tacirin ticari defterlerinin usulüne uygun tutulmadığı için lehine delil olarak kabul edilmediği hallerde dahi eğer ileri sürülen alacağın varlığı dayanak belgelerle kanıtlanabiliyorsa hüküm altına alınması gerekir. O halde sunulan sevk irsaliyelerinde malı teslim alan ve imzaları bulunan kişilerle kendileri arasında imzaları kendisini bağlayacak nitelikte her hangi bir akdi ilişki bulunup bulunmadığının ve imzaların bu kişilere ait olup olmadığının sorulup saptanması ve söz konusu malların davalıya teslim edildiğini göstermesi halinde anılan irsaliye ve faturaların davalıya tebliğ edilip edilmediği hususunun ayrıca araştırılması tebliğ edildikleri halde yasal süre içerisinde itiraza uğramadıklarının belirlenmesi halinde sadece davalıya teslim olundukları ve ilgili fatura münderecatlarının
davalı itirazına uğramadığı bu yolla saptanan mal bedelleriyle sınırlı olmak üzere alacağın subutuna sonuçta itirazın iptaline karar verilmelidir.”
• Ticari Defterlerde Sözleşmenin Varlığına Dair Kayıt Bulunmaması ve Hesap Kartı ve Faturaların Tek BaŞına Delil Olmamasına iliŞkin Yargıtay Kararı;
“Davalının ticari defterlerinde herhangi bir kayıt yoksa, davacının hesap kartı ve faturaları tek başına delil olarak kabul edilemez”.91
• Tacir Olmayan Kişinin Karşı Tarafın Defterine Dayanmasına ilişkin Yargıtay Kararı;
“Şayet davacı taraf tacir ise onun da ticari defterleri incelenmek suretiyle hasıl olacak sonuç dairesinde karar vermek, tacir değilse o zaman davalının defterleri tacir olmayan kimse aleyhine tek başına delil teşkil edemeyeceğinden, davalı tarafa defterleri dışında diğer delilleri varsa ibraz ettirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir.”
• Ticari Defterlerin Usulüne Uygun Tutulmuş Olması şartı – Fatura ve İrsaliyelerle Malın Tesliminin İspat Edilebileceğine ilişkin Yargıtay Kararı;
“Davalı vekili duruşmaya gelip savunmada bulunmazsa, davacının dava dilekçesinde dayandığı vakıaları inkar etmiş demektir. Bu durumda davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıaları ispat etmesi gerekir. Davacının defterleri 6762 s. TTK. m. 82 uyarınca usulüne uygun tutulmadığı için davacı lehine delil teşkil etmeyeceğinden, davacı alacaklı olduğunu iddia ettiği emtiaya ait fatura ve irsaliye ile bunların davalıya veya tesellüme yetkili adamına teslim edildiğini ispatlamak zorundadır.”
• Usulüne Uygun Tutulmuş Ticari Defterin Esas Alınmasına ilişkin Yargıtay Kararı;
“Davacı kendi defterlerinde alacaklı olarak gözükmekte ise de defterin kapanış tasdiği yoktur. Davacı usulüne uygun olarak tutulmayan bu defterlere dayanamaz. Bu nedenle davalının usulüne uygun defterleri ve bu defterlerdeki kayıtlar esas alınarak davalının borçlu gözüktüğü miktarın tahsiline karar verilmesi doğrudur.”
2-FATURA
TTK. faturayı tarif etmemekte, buna karşılık faturanın bir ticari işletme ile ilgili olarak tacirin; a) Bir mal satması,
b) Bir mal imal etmesi,
c) Bir iş görmesi,
d) Bir menfaat temin etmesi
hallerinde karşı tarafa verilmesi ve bedeli ödenmiş ise karşı tarafın talebi halinde bunun faturada gösterilmesi gereğini ve aldığı faturaları muntazam bir tarzda dosya halinde saklama mecburiyetini ve faturaya itiraz edip etmemenin hükümlerini düzenlemektedir.
Türk Ticaret Kanunu’nun md. 23 fıkra 1 hükmündeki ifadeden de anlaşılacağı üzere faturadan söz edilebilmesi için, tarafların arasında daha evvel bir akdi ilişkinin bulunması gereklidir. Fatura sözleşmenin yapılması değil, yerine getirilmesi safhası ile ilgili ticari bir belgedir. Bu bakımdan fatura akdin şartlarını tespit eden değil , tespit edilmiş olan şartların bir kısmını gösteren ve bunları belirli şartlarla tevsik eden bir belgedir.
Sevk irsaliyesi, ticari emtianın bir yerden başka bir yere nakli sırasında düzenlenmesi ve VUK md. 230‟a göre emtia ile birlikte bulundurulması zorunlu olan bir vesikadır. Sevk irsaliyesi, malların nakli sırasında vergi mevzuatı bakımından kontrol edilebilmesi ve fatura uygulamasının denetlenebilmesi için VUK tarafından ihdas edilmiş bir belgedir. Söz konusu belgenin numarasının faturada bulunması VUK md. 230 f.5 b.1‟e göre şarttır. Aksi taktirde faturada VUK‟nun düzenlediği asgari şartlar bulunmadığından fatura, vergi mevzuatında fatura hükmünde olmayacaktır. Ayrıca sevk irsaliyesine, müşteri adresi, vergi dairesi ve hesap numaralarının yazılmaması halinde sevk irsaliyesi hiç düzenlenmemiş sayılır . Buna karşılık TTK hükümlerinde sevk irsaliyesi ile ilgili bir hüküm bulunmadığından, sevk irsaliye numarasının faturada bulunup bulunmaması TTK bağlamında bir hüküm doğurmaz. Sevk irsaliyesi TTK yönünden, irsaliyenin alıcı tarafından imzalanması gibi durumlarda malın teslim edildiğini tevsike yarayacak bir yazılı delil rolü oynar.
Basit fatura peşin alışverişler için düzenlenen ve en çok kullanılan fatura olarak ifade edildiği gibi klasik fatura veya adi fatura da denilmektedir.
Uygulamada kullanılmakta olan ve VUK.‟da tarif edilen, satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere, emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen faturaya; basit fatura denilmektedir. Tacirin TTK md. 23hükmüne göre kullanacağı ve bu hükmün sonuçlarına tabi olacağı fatura esas itibariyle basit faturadır.
Bir faturayı alan kimse aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde münderecatı hakkındaki bir itirazda bulunmamışsa münderecatını kabul etmiş sayılır.
Faturanın münderecatında bulunması gereken asgari bilgi ve kayıtlar şunlardır: a) Faturayı düzenleyen tacirin ticaret unvanı ve imzası b) Faturayı alan tacirin ticaret unvanı ve imzası c) Tanzim tarihi d) Satılan veya üretilen malın veya yapılan işin yahut sağlanan menfaatin nev‟i, miktarı, fiyatı ve tutarı e) Talep halinde bedelin ödendiği kaydı f) Vade farkı
Alacaklının vade farklı talep edebilmesi için; a) Taraflar arasında bir fatura verilmesini gerektiren akdi bir ilişkinin bulunması, b) Bu akitte bedelin peşin veya belirli bir tarihte ödenmesi kararlaştırılmış olmalı, c) Bedel henüz ödenmemiş olmalı, d) TTK. md. 10 hükmüne göre aksine mukavele yoksa ticari bir borcun faizi, vadenin bitiminden ve belli bir vade yoksa ihtar gününden itibaren işlemeye başlar, demektedir. Bu bağlamda süresinde ödenmeyen semen ile ilgili vade farkının alacağına dair alım satım sözleşmesinde açık hüküm bulunmalı veya e) Bir cari hesap sözleşmesi bulunmalı f) Vade farkı uygulaması, taraflar arasında sürekli uygulama şeklini almış ve bu uygulama taraflarca benimsenmiş olmalıdır.
• Fatura Muhteviyatının Kabul Edilmiş Sayılması – Faturadaki Sözleşmeye Dayanmayan Vadeye ve Vade Farkına ilişkin şartın da Kabul Edilmiş Sayılmayacağı ve Temerrüde Düşürme Mecburiyetine ilişkin Yargıtay Kararı;
“Takip dayanağı bir kısım faturaların alt kısmında; ödemenin fatura tarihinden itibaren 60 gün, vade farkının %9 olduğu, TTK m.23 uyarınca fatura muhteviyatına itiraz olunmadığı takdirde kabul edilmiş sayılacağı yazılıdır. TTK.’nun 23/2. maddesine göre süresinde itiraz olunmamak suretiyle kabul edildiği varsayılan fatura içeriği ancak sözleşmenin ifa safhasıyla ilgili olarak faturada yer alması olağan sayılan satılan malın cinsi veya yapılan işin adedi, türü, bedeli gibi hususlara ilişkin olabilir. Faturadaki gecikme halinde vade farkı alınacağına ilişkin kayda itiraz edilmemesi, faturada yer almakla birlikte taraflar arasındaki sözleşmede düzenlenmemiş bir hususa ilişkin kaydın da kabul edildiği anlamına gelmez. Bu nedenle faturaya konulan vade farkına itiraz edilmemiş olması yalnızca fatura muhteviyatını kesinleştirir, talep olunan vade farkının tahsiline imkan vermez. Ayrıca takibe konu somut olayda; taraflar arasında vade farkına ilişkin yazılı bir sözleşmenin varlığı veya bu yöndeki bir sürekli uygulama iddia edilip, ispatlanmış da değildir. Borçlar Yasası m.101/2’de yer alan, borcun ifa edileceği gün ( vade tarihi ) sözleşme ile tayin edilmiş değildir. Eş söyleyişle; alacaklının ihtar mecburiyetinden kendisini muaf tutabileceği bir durum bulunmamaktadır. Bu durumda borçlunun temerrüdünün ne zaman gerçekleştiğinin saptanması önem taşımaktadır. Belirtilen koşullar gözetildiğinde ise, Borçlar Yasasının 101.maddesinin; “muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtariyle, mütemerrit olur.” hükmü dikkate alınmalıdır. Borçlu ihtar ile temerrüt durumuna gireceğinden, ihtardan itibaren geçmiş günler faizini ödemekle yükümlü olacak, bundan ancak borç konusu olan şeyi tevdi etmekle kurtulabilecektir. Borçlunun, öncesinde temerrüdünü oluşturan bir ihtar bulunmaması durumunda ise, hakkında başlatılan takip ile mütemerrit olduğunun kabulü gerekecektir.”
• Kapalı Faturaya Konu Mal Ve Hizmetin Bedelinin Tahsil Edildiğine Karine TeĢkil Ettiği – Fatura Konusu Bedelin Ödenmediğini Ġspat Etmek Yükümlülüğünün Davacıda Bulunduğuna ilişkin Yargıtay Kararı;
“İcra takibine dayanak faturanın incelenmesinde faturanın kapalı fatura niteliğinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Faturanın kapalı olarak düzenlenmesi, faturaya konu mal ve hizmetin bedelinin tahsil edildiğine karine teşkil eder. Faturanın kapalı olarak düzenlenmesi ve davalının savunması birlikte değerlendirildiğinde fatura konusu bedelin ödenmediğini ispat etmek yükümlülüğünün davacıda bulunduğunun kabulü zorunludur. İspat yükü davacıda olduğu için de, kendisine ispat yükü düşmeyen davalının teklif ettiği yeminde hukuki sonuç doğurmaz.”
• İade Faturasına Süresinde itiraz Edilmemesi Dolayısıyla İade işleminin Kabul Edilmiş Sayılması ve Davacı iddiasının Kanıtlandığının Kabulüne ilişkin Yargıtay Kararı
“Davalı şirket, kendisine tebliğ edilen iade faturasına süresinde itiraz etmediği gibi, iade işlemini kabul etmiş ve kendi ticari defterine davacı lebine işleyerek, bilet bedelinin iadesini kabul etmiş bulunduğuna göre, davacı iddiasının TTK.nun 84 ve 85. madde hükümleri gereğince kanıtlandığının kabulü gerekir.” 97
• Fatura İçeriğine 8 Gün İçerisinde İtirazda Bulunulmadığı Taktirde Sadece Faturada Belirtilen Verilerin Doğru Olduğu Karinesi Doğduğu – Faturanın Verilmesine Neden Olan ĠĢ Veya Hizmetin De Yapılmış Olduğunun Kabul Edildiği Anlamına Gelmediğine ilişkin Yargıtay Kararı;
“Faturanın içeriğine 8 gün içerisinde itirazda bulunulmadığı taktirde sadece faturada belirtilen verilerin doğru olduğu karinesi doğar. Bu durumdan, faturanın verilmesine neden olan iş veya hizmetin de yapılmış olduğunun kabul edildiği anlaşılmaz. Uyuşmazlık halinde, işin yapılmış olduğunun kanıtlanması gerekir. Ayrıca, davalıya tebliğ edilmiş olan fatura içeriğinin kesinleşmesi söz konusu olamaz. Faturanın deftere kaydı taşımanın gerçekleştiğine yalnızca karine teşkil eder. Bu karinenin aksinin ispatı her zaman olanaklıdır.”
3-TEYİT MEKTUBU
Türk Ticaret Kanunu md. 23/3 de teyit mektubu düzenlenmiştir. Teyit mektubu ile oluşan sözleşme artık yazılı bir delil niteliği kazanır. Bu yazılı sözleşmenin aksinin ispatı teyit mektubuna itiraz etmeyen tarafa düşer. Aksinin ispatı kanuni delillerle mümkündür. Eğer, teyit mektubuna sekiz gün içinde itiraz edilirse, bu durumda yazılı delilin oluşmamış olduğunu kabul etmek gerekir .
Yazılı bir sözleşmenin teyit mektubu gönderilerek değiştirilmesi mümkün değildir. Ancak, bu yazılı sözleşme taraflarca sözlü olarak değiştirildiği ve ayrı bir sözleşme yapıldığı ileri sürülerek bu sözlü sözleşmeden söz edilerek fatura değil, teyit mektubu gönderilir ve sekiz gün içinde itiraz edilmezse yazılı sözleşmenin değiştiğinin kabulü gerekir. Fakat bu husus resmi şekle veya kanuni yazılı biçime bağlı ise, sözlü değiştirilmesi imkânsız bulunmakla gönderilen teyit mektubu herhangi bir hüküm ifade etmeyecektir .
Teyit mektubuna yapılacak itiraz, mektubun alındığı günden itibaren sekiz gündür. Sözü edilen sekiz günün hesabında BK md. 76 uyarınca tebliğ günü sayılmaz. Ertesi günden itibaren tatil günleri de sayılmak suretiyle hesap edilir. İtirazın sekiz gün içinde yazılması yeterlidir. Bu itirazın sekiz gün içinde diğer tarafa ulaşması gerekmez.
Sözleşmenin Yazılı Olmasını Amaçlayan Davacının teyit mektubu ile Alım Satım Sözleşmesinin Unsurlarını Davacıya Bildirmesine ilişkin Yargıtay Kararı;
Taraflar arasındaki yakıt alım-satım sözleşmesinin kurulması davalının telefon/teleks siparişi ile başlamış olup, sözleşmenin yazılı olmasını amaçlayan davacının aynı tarihli teyit mektubu ile alım-satım sözleşmesinin unsurları davalıya bildirilmiştir. Davalı usulüne uygun ve 8 gün içinde bu mektuba ve faturaya itiraz etmemiştir. Teyit mektubunun içinde kullanılan “account” ibaresinden, “Pancıu gemisine davalı şirket hesabına yakıt verileceği” anlam ve sonucunun çıkarıldığı hükme dayanak yapılan bilirkişilerce de kabul edilmiştir. Sözleşmenin temeli ve odak noktası böyle kurulduğuna ve ayrıca, sözleşmeyi acente sıfatı ile bağıtladığını savunan davalının sözleşmeye itiraz veya acente olduğu yönünde bir açık beyan veya belgelere konulmuş bir şerhi olmadığına göre, artık, bir takım yan emare ve delillerden sonuca gitmek mümkün değildir.
C) DELİL SÖZLEŞMESİ (HUMK. md. 287-289)
“Delil sözleşmesi”, belirli bir vakanın veya hukuki işlemin belirli bir delil (Örneğin, tanık) ile ispat edileceği hakkında yapılan sözleşmeye verilen isimdir. Delil sözleşmesinin konusu ispattır
Delil sözleşmesi ile geçerlilik şartı olan yazılı şekil yerine başka bir delil veya yazılı şekil kararlaştırılamaz.
1- Münhasır Delil Sözleşmesi
Bir davanın tarafları dava açılmadan önce veya sonra bir vakanın, hukuki işlemin yalnız belli bir delil ile ispat edileceği hakkında bir sözleşme yaparlarsa, buna “Münhasır Delil Sözleşmesi” denir. Yani bu halde o husus yalnız delil sözleşmesi ile kabul edilmiş olan delil ile ispat edebilir; başka bir delil ile ispat edilemez (HUMK. md. 287/2).
2- Münhasır Olmayan Delil Sözleşmesi
Taraflar, delil sözleşmesi ile delillerini hasretmez, bilakis bir hususun başka bir delil ile de ispat edilebileceğini kararlaştırırlarsa böyle bir delil sözleşmesine, münhasır olmayan delil sözleşmesi denir.
Delil sözleşmesinin şekli
Delil sözleşmesi üç şekilde yapılabilir:
1)Delil sözleşmesi yazılı şekilde yapılabilir (md.287/2) ; bunun içi adi yazılı şekil yeterlidir. Ancak, bu yazılı şekil, geçerlik şartı olmayıp sadece bir ispat şartıdır.
2)Delil sözleşmesi için öngörülen yazılı şekil ispat şartı olduğundan, sözlü olarak yapılmış olan bir delil sözleşmesinin varlığı mahkemede ikrar edilebilir; bu ikrarın açık olması gerekir.
3)Taraflar, delil sözleşmesini mahkeme önünde de (sözlü olarak da) yapabilirler. Bu şekil daha çok bir tarafın tanık dinletmek istemesine karşı tarafın (açık olarak)muvafakat etmesi yolu ile olacaktır.(Md.289)
• Mahkeme Önünde Yapılmış Delil Sözleşmesi Var ise Aslında Senetle ispatı Gereken Hukuki işlem Hakkında Ancak Bu Sınırlı Halde Tanık Dinlenebileceğine ilişkin Yargıtay Kararı;
“Emre yazılı senetlerde, hamilin meşru hamil olup olmadığı cirolar arasında bulunması gereken, teselsülün tetkikiyle tespit edilir.
Davacı; hamilin kambiyo senedini ciro yolu ile iktisap ederken kötü niyetli olduğunu ve geçerli bir ciro teselsülü bulunmadığını yani hukuki işlem yokluğunu ileri sürmüşse, bu hususu yazılı delil ile kanıtlamalıdır.
Taraflar arasında; HUMK 289. maddesi anlamında mahkeme önünde yapılmış bir delil sözleşmesi var ise, aslında senetle ispatı gereken hukuki işlem hakkında ancak bu sınırlı halde tanık dinlenebilir.”
•Delil Sözleşmesi ya da Delil Sözleşmesinin Yapıldığına ilişkin ikrarın şahitlerin Öğrenilmesinden Sonra Yapılmış Olmasına ilişkin Yargıtay Kararı;
“Değeri belli miktarı aşan hukuki işlemlerde ancak yazılı sözleşme ile ya da duruşma tutanağında usule uygun olarak belgelendirilmiş ikrar ile sabit bir onay varsa sadece belli tanıklar mahkemece dinlenebilir.
YARGILAMA USULÜ
Asliye Ticaret Mahkemelerinde uygulanan usul yazılı yargılama usulüdür. Bu usulde özellikle dava malzemesinin yani dava dilekçesi, cevap dilekçesi, replik ve düplik dilekçelerinin hazırlanması yazılı olur. Fakat yazılı yargılama usulünde hakim iki tarafı dinlemeden hüküm veremez. Bu husus Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 73, 377 ve 381. maddelerinde açıkça ifade edilmiştir. Böylece, asliye mahkemelerindeki usul yazılı usul olmakla birlikte sözlü usule de yer verilmiştir. Dava, dava dilekçesiyle açılır ve dava dilekçesi kendisine tebliğ edilen davalı, bununla kendisine karşı dava açılmış olduğunu öğrenir. Bunun üzerine davalı Anayasa ile güvence altına alınmış olan savunma hakkını kullanabilir. Davalı, meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davalı olarak, savunma hakkına sahiptir. ( Anayasa Madde 36 ) Mahkeme davalıyı dinlemek ve veya savunmasını bildirmek için, davalıyı yasal şekillere uygun olarak davet etmedikçe hükmünü veremez. ( HUMK Madde 73 ).
Kısacası, bir davada davalıya savunma hakkını kullanma olanağı verilmeden, hüküm verilemez. Bu olanağın verilmesi ise dava dilekçesinin usulünce davalıya tebliği ile olur. Kendisine dava dilekçesi tebliğ edilen ve bu yolla savunma hakkı verilen davalı savunma hakkını kullanmak yani davaya cevap vermek zorunda değildir. Davaya cevap verilmemesi davayı inkar anlamındadır. Cevap dilekçesinin verilmesi ile davanın esasına girilmiş olur. Davalı cevap dilekçesinde hukuki sebep bildirmek zorunda da değildir.
Humk‟da öngörülen ve yazılı yargılama usulüne oranla daha süratli işleyen basit yargılama usulü (md.507-511), bazı ticari davalarda da uygulanır.
Basit yargılama usulü, kanunlarda sayılan bazı davalar ve işler hakkında uygulanan ve yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen bir yargılama usulüdür.
Basit yargılama usulünde, dava gerekçeli iki nüsha dilekçe ile açılır (Humk.508).Davalı ,dava dilekçesine on gün içinde cevap vermek zorunda değildir; esasa cevabını ve ilk itirazlarını ilk oturumda (yazılı veya sözlü olarak) mahkemeye bildirebilir.Bunun gibi, davalı karşılık davasını da ilk oturumda açabilir.Davalı ilk oturumdan sonra esasa cevap vermak isterse, davacı savunmanın genişletildiği itirazında bulunabilir(Humk 511,520).
Dava dilekçesini alan mahkeme, bir duruşma günü tayin ederek tarafları bir davetiye ile ilk duruşmaya davet eder. Başka bir deyişle basit yargılama usulünde tarafların duruşmaya çağrılması ve tahkikata gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilmesi, tamamen yazılı yargılama usulünde olduğu gibidir.
İki tarafta duruşmaya gelmezse, dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir.(Humk.md.409)
Davacı yazılı delillerini dava dilekçesine eklemek zorundadır (md.508). Mahkemenin taraflara gönderdiği davetiyede, tarafların vermek istedikleri belgelerin her halde belli günde gönderilmesi veya duruşmaya getirilmesi gerektiğini bildirir (Humk.509).
Basit yargılama usulüne tabi iş ve davalara adli tatilde de bakılır.
Yukarıda incelenen özel hükümler dışında, basit yargılama usulüne tabi dava ve işler hakkında da yazılı yargılama usulü kuralları uygulanır (Humk.m.511). Mesela, davayı değiştirme ve savunmayı genişletme yasağı (Humk. m.185/2, 202) basit yargılama usulünde de uygulanır.
Humk’da öngörülen ve yazılı yargılama usulüne oranla daha süratli işleyen basit yargılama usulü (md.507-511), bazı ticari davalarda da uygulanır. Örneğin TTK 1460‟a göre ticaret şirketle veya birbirleriyle olan ilişkilerinden doğan davalarda ve şirketlerin yönetim kurulu üyeleri, müdürleri veya denetçilerine karşı açılacak sorumluluk davalarında basit yargılama usulü uygulanır. TTK’nın 207,1209 ve 1212.maddelerinde düzenlenen hususlardan doğan davalar da basit yargılama usulüne tabidir. Kooperatifler Kanunu’nun 99/2.maddesinde de, bu Kanun’da düzenlenen hususlardan doğan davalarda, basit yargılama usulünün uygulanacağı gösterilmiştir. Kıymetli evrakın kaybından doğan iptal davaları da, basit yargılama usulüne tabidir (HUMK.507/1,176/7).
• Kooperatifler Kanununun Uygulanmasında Doğan Davalarda Basit Muhakeme Usulü Uygulanacağından 10 Gün Değil ilk Duruşma Gününe Kadar Olduğuna ilişkin Yargıtay Kararı;
“1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 99/2. maddesi hükmüne göre Kooperatifler Kanunu’nun uygulanmasında doğan davalarda basit muhakeme usulü uygulanır. HUMK.nun 507 ve devamı maddeleri hükmüne göre, basit muhakeme usulünde, davacı tarafın kanıtlarını dava dilekçesine eklemesi ve bunların birer örneğinin karşı tarafa tebliğ edilmesi gerekmektedir. Davalı tarafın cevap süresi de, mahkemece verildiği gibi 10 gün değil, ilk duruşma gününe kadardır.
Davalı, ilk itirazları ile birlikte esas dava hakkındaki cevabını ve varsa karşı delillerini, dava dilekçesinin kendisine tebliği tarihinden itibaren on gün veya hâkim tarafından bir süre tayin edilmiş ise o süre içinde mahkeme kalemine bildirmek ve bir örneğin de davacıya tebliğ ettirmek zorundadır.
Yukarıda belirtilen on günlük süre, 08.01.1943 tarih ve 4353 sayılı Kanuna tabi kamu kuruluşları hakkında otuz gündür.”
• Kooperatifler Kanunundan Kaynaklanan Uyuşmazlıklara Basit Yargılama Usulünün uygulanmasına ilişkin Yargıtay kararı;
“Taraflar arasındaki uyuşmazlık, Kooperatifler Kanununun uygulanmasından kaynaklanmakta olup, bu tür davalarda basit yargılama usulü uygulanmaktadır. Basit yargılama usulüne bağlı tutulan dava ve işler adli ara vermede de görülür.”
İlk yorum yazan siz olun